21 Aralık 2011 Tarihli TBMM Genel Kurul Konuşması(2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı)
(…)
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın geneli üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi sahip olduğu yoğun medya desteği ve iktidar olanaklarıyla ekonomide bir başarı hikâyesi anlatmakta ve herkesi bu masala inanmaya zorlamaktadır. Bugün son gününe geldiğimiz bütçe görüşmeleri boyunca da hem bakanlar hem de iktidar partisi sözcüleri bu yaklaşımlarını sürdürmüşlerdir. Şimdi ortaya koyacağım gerçekleri dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.
Değerli milletvekilleri, önce, 2002 sonunda yani sizin “çıraklık dönemimiz” dediğiniz dönemin başlangıcında nasıl bir ekonomi devraldığınızı anlatayım. Kriz nedeniyle hızla daralan Türkiye ekonomisi benim de içinde bulunduğum bir takım tarafından hazırlanan program sonucunda süratle toparlanmaya başlamıştı. Büyüme yüzde 6’nın üstüne çıkmıştı. Enflasyon bir yıl öncesine göre 39 puan birden düşerek yüzde 30’un altına inmişti. Kamunun borçlanma faizleri bir yılda 30 puanın üzerinde azaldı. Kısa sürede mali disiplin sağlandı, bankacılık sistemi yeniden yapılandırıldı, şirketler kesimi verilen desteklerle yeniden ayağa kalktı.
İşte, böyle bir ekonomiyi ve güven uyandıran bir ekonomik programı devraldınız. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcınızın da söylediği gibi ekonomiyi otomatik pilota bağlamanız yeterli oldu. Aldığınız program ve olağanüstü iyi küresel iklimde uçak otomatik pilotta sorunsuz uçtu. Çıraklık dönemini böyle geçirdiniz ancak değişen dünya şartlarını göremediniz ve ekonomide kırılganlıkların birikmesine neden oldunuz. 2007’de, kalfalığınızın hemen başında ise uçak türbülansa girmeye başladı.
Şimdi bunları bazı göstergelerle anlatayım. Çıraklık döneminizde Türkiye 149 gelişen ve yükselen ekonomi içinde gelirini en hızlı artıran 44’üncü ekonomi oldu. 2007 yılında başlayan kalfalık döneminizden bugüne kadar ise ekonomiyi 98’inci sıraya gerilettiniz. Yani kalfalık döneminizde 54 ülke büyüme yarışında Türkiye’yi geçti. Bırakın hızlı balık olmayı, yavaş balık oldunuz.
Kalkınma yarışındaki durumunuza gelince: Birleşmiş Milletlerin insani kalkınma raporlarına göre Türkiye, siz iktidara gelmeden hemen önce, 2000 yılında insani gelişmişlik bakımından 80’inci sırada, çıraklık döneminizin sonunda, 2007 yılında 85’inci sırada, kalfalığı bitirdiğiniz 2011 yılında ise 92’nci sırada. Adında “kalkınma” olan bir partinin iktidarında Türkiye, kalkınma yarışında sürekli irtifa kaybetmiş, “kalkınma” sadece partinizin tabelasında asılı kalmış.
Aynı durum işsizlik cephesinde de var. Gelişen ve yükselen 71 ekonomi içinde Türkiye, iktidarı devraldığınızda işsizliği en yüksek 36’ncı ekonomiydi. İktidarınızda Türkiye işsizlik sıralamasında 14 basamak birden yukarı tırmandı. Kalfalık döneminizin sonunda işsizliği en yüksek 22’nci ekonomi oldu.
Başarı bu mudur? Bunu nasıl başarı sayabiliriz?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı verilerine göre Türkiye, 2010 yılında çalışma çağındaki nüfusunun iş hayatına girmesi ve bunlara istihdam sağlanması bakımından Teşkilatın en son sıradaki üyesidir. Ancak tablo kadınlarımız için daha da vahimdir. Kadınlar iş ve çalışma yaşamında kendine yer bulamamaktadır. Türkiye’de her 100 kadından ancak 30’u çalışma yaşamındadır. Muasır medeniyet seviyesini hedefleyen Türkiye’de böyle bir tabloyu herhâlde hiçbirimiz kabul edemeyiz. Kadınlarını eğitemeyen, meslek edindiremeyen ve çalışma yaşamına katamayan bir toplumun kalkınması, demokratikleşmesi, çağdaş bir ülke olması ve geleceğe güvenle ilerlemesi mümkün değildir.
AKP İktidarında kanayan diğer bir yara gençlerin işsizliğidir. Annelerin babaların binbir fedakârlıkla baktığı, büyüttüğü evlatlarımız hayatlarının baharında umutsuzluk girdabına kapılmaktadırlar. Yükselen piyasa ekonomisi Kore ve Meksika’da her 100 gençten 10’u işsizken bizde her 100 gençten 20’si işsizdir. Hepimiz övünmüyor muyuz Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusuyla? Siz bu nüfusa iş sağlayamazken, bu üstünlüğü kullanamazken nasıl övünebiliyorsunuz?
Kalfalık döneminizin en önemli eseri ise cari açıkların önlenemez yükselişidir. Hükûmet hiçbir cumhuriyet hükûmetinin yapamadığını yapmıştır. Bu ülkede cari açık rekorlarını kimseye kaptırmayacak şekilde kırmışsınızdır. Türkiye’de ihracatın sahibi Hükûmettir ama bu ülkede başını alıp giden ithalat sahipsizdir, yetimdir. Türkiye’yi böyle bir iktidar anlayışıyla dokuz yıl yönettiniz. Ülkenin rekabet gücünü hızla aşındırdınız. Ülkemizde kalabilecek iş ve istihdamı yurt dışına transfer ettiniz. Verdiğiniz dış açıklar ortada. 150 gelişen ve yükselen ekonomi arasında, çıraklığınızın ilk yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak Türkiye’den daha az cari açık veren ülke sayısı 48’di, çıraklığınızın sonunda Türkiye’den daha az açık veren ülke sayısı 77 oldu. Kalfalığı bitirdiğinizde ise 104 ekonominin cari açığı Türkiye’den daha azdı. AKP İktidarında Türkiye’nin cari açığı yani döviz bilançosu açığı 55 basamak birden kötüleşmiştir. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim: AKP’nin çıraklığı ve kalfalığı arasında büyüme sıralamasında Türkiye 54 basamak düşmüş, cari açık vermede de 55 basamak yukarı çıkmış. Bu tabloya bakınca insanın içinden “Allah Türkiye’yi sizin ustalık döneminizden korusun.” demek geçiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Nitekim, daha ustalığınızın ilk yılında cari açık 80 milyar dolara dayandı. Türkiye’yi döviz açığı vermede Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından dünya ikincisi yaptınız. Evet değerli milletvekilleri, Türkiye 80 milyar dolarlık cari açığıyla dünyada en fazla cari açık veren ikinci ekonomidir. Peki, önümüzde kim vardır? Amerika Birleşik Devletleri vardır.
“Devir büyük balığın küçük balığı yuttuğu değil, hızlı balığın büyük balığı yuttuğu devir.” diyerek kendisini büyümede, işsizlikte Amerika’yla kıyaslayan Sayın Babacan’a ben de buradan izninizle bir kıyaslama yapayım: Türkiye’yi Amerika’dan sonra dünyada en fazla cari açık veren ülke konumuna getirdiğinizi söylemiştim ama Amerika’nın geliri bizimkinin 19 katı. Amerika dolar matbaasının sahibi. Amerika’nın cari açığı ise bizim sadece 5 katımız.
Gelelim gelir dağılımına ve yoksulluk göstergelerine. Değerli milletvekilleri, TÜİK’in açıkladığı rakamlar vatandaşın yaşadığı gerçek ekonominin ne olduğunu hepimizin gözlerinin önüne seriyor. Kalfalık döneminin sonunda, 2010 yılında 45 milyon 131 bin vatandaşımız hiç olmazsa iki günde bir et, tavuk veya balık içeren bir kap yemek yiyemiyor. 58 milyon 308 bin vatandaşımız evinde eskiyen mobilyalarını değiştiremiyor. Kendisine yeni giysiler alamayan vatandaşlarımızın sayısı 26 milyon 504 bin. Soğuk kış günlerinde evini ısıtma imkânına sahip olmayan vatandaşlarımızın sayısı ise 26 milyon 268 bin kişi. Evden uzakta bir haftalık tatile çıkamayan vatandaşlarımızın sayısı 62 milyon 396 bin kişi. Borç ve taksit ödemeleri altında bunalan vatandaşlarımızın sayısı ise 41 milyon 336 bin kişi.
Değerli milletvekilleri, 2010 yılında maddi yoksunluk sınırı altında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı bir önceki yıla göre 861 bin kişi artmış, 45 milyon 303 bin kişi olmuş. Yani “Kriz geçti gitti.” dediniz ama sıkıntısını vatandaşın üzerine yıktınız.
İşte, başarı hikâyeleri anlattığınız Türkiye’deki gerçek insan manzaraları bunlar.
Değerli milletvekilleri, OECD geçenlerde ilk defa yaptığı bir çalışmayı yayınladı. Bu çalışma, çok ilginç bir çalışma, mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Çalışmanın adı: “Yaşamınız nasıl?” Gelir, refah, iş, kazanç, sağlık, eğitim gibi 11 ayrı ölçüte göre üye ülkelerdeki vatandaşların yaşam memnuniyetine bakmışlar. Sonuç: OECD içinde yaşamından en az memnun olan insanlar maalesef bizim ülkemizde yaşıyor, Türkiye’de yaşıyor. Size rapordan birkaç çarpıcı örnek vermek isterim: Türkiye, OECD ülkeleri içinde çalışma koşullarının en ağır olduğu ülke. Türkiye’deki çalışanların yarısı haftada 50 saatten fazla çalışıyor. İktidarınız Türkiye’sinde insanların birbirine güveni kalmamış. Her 100 insandan ancak 9’u başkasına güvenebiliyor! 34 ülke içinde maalesef Türkiye bu oranla sonuncu durumda. Bunları özellikle dikkatinize sunuyorum. Bir ekonominin başarısı sadece millî gelirinin artmasıyla ölçülemez; bir ekonominin başarısı ve gelişmesi yaratılan refahın, vatandaşın yaşam kalitesini artırmasıyla ölçülür. Aksi takdirde, ekonomik gelişme kâğıt üzerinde bir yüzde değişmeden ibaret kalır, sadece sıcak paracıları memnun eder.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin en iddialı olduğu alan sağlıktır. Daha birkaç gün önce Bakan, sağlıkta devrim yapmakla övünüyordu ama ustalığınızın ilk yılında geldiğiniz noktada sağlıkta sıkıştınız. Geçtiğimiz yıllarda önce doktorlara, sonra eczacılara, daha sonra da ilaç firmalarına yüklendiniz ama deniz bitti! Hazinede para tükenince bu sefer vatandaşa “katkı payı” diye yüklenmeye başladınız. Vatandaşın cebinden yaptığı sağlık harcamaları sürekli ve hızla artıyor. Daha da bunları artırmayı öngörüyorsunuz. Vatandaşın devlet hastanelerinde tecrübeli profesörlere muayene ve ameliyat olmasını engellediniz. Kanun hükmünde kararnamelerle devlet hastanesinden kaçırdığınız hocayı, çıkardığınız kanun hükmünde kararnameyi delerek Sayın Başbakanın ameliyatı için geri getirdiniz. Peki, bunlardan hangisi doğru? Elbette ikincisi. Şifaya erişim ve insan sağlığı kutsaldır ama yalnızca Sayın Başbakanınki değil, tüm vatandaşların yaşamı kutsaldır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, özetle, Adalet ve Kalkınma Partisinin çıraklık döneminde heba edilen fırsatların faturası, kalfalık döneminde ülkenin rekabet gücünün hızla erimesi, büyüme ve kalkınma yarışından kopması, ekonomide kaliteli ve sürekli iş imkânlarının yaratılmaması suretiyle vatandaşlara ödettirilmiştir. Bu dönemde, iktidar, ülkemizin rekabet gücünü ve büyüme potansiyelini artıracak yapısal tedbirleri alamamıştır. Gerekli dönüşümleri gerçekleştirememiş ve önemli fırsatları heba etmiştir. Kısa vadeli, popülist çıkarları için yapısal sorunları önemsemeyen fırsat müsrifi Adalet ve Kalkınma Partisi, daha 2009 krizinin acı hatıraları hafızalardayken küresel iklimdeki son değişimi de doğru yorumlayamamıştır. Dışarıdaki kriz adım adım kapımıza ilerlerken AKP seçimlerde iktidar için popülizmin daniskasını yapmıştır. Ayağını gazdan hiç çekmemiş, sıcak parayla beslenen borçla vatandaşın geliri ile umutları arasındaki uçurumu kapatarak yalancı bir coşku yaratmıştır. Bedel ise dünyanın en büyük ikinci cari açığı ve hızla artan küresel sermaye-sıcak para bağımlılığı olmuştur. Kriz kapıya dayandığında ise Sayın Babacan’ın deyimiyle uçak manuele alınmış, birdenbire pilot sayısı artmış, her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başlamıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Önce, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkan Yardımcısı temmuz ortasında “Kriz geliyor, harcamayı kesin.” demiştir ancak onlardan hemen sonra kanun hükmünde kararname ürünü olan yeni bakanlardan Ekonomi Bakanı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Kriz yok, harcamaya devam.” diyerek topa girmişlerdir. Başbakan, 27 Temmuzda “Bu defaki teğet bile geçmeyecek.” demiştir. Asıl ürkütücü olan ise bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanının da bu koroya katılmasıdır. Ancak bundan tam on gün sonra Türkiye’de kriz yönetimine geçilmiştir. “Teğet bile geçmeyecek.” denilen krizin yükü acımasızca yapılan zamlarla vatandaşın omuzlarına yüklenmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Vatandaş zamlar altında ezilirken bu ülkenin bakanları, G20 toplantısına gittikleri Fransa’nın bir tatil beldesinde, yalnızca kendilerinin gülebildiğini sıkılmadan anlatabilmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, biz bu uyarılarımızı yaptığımızda Hükûmet bunu muhalefet yapmak için söylediğimiz zannına kapılıyor ancak Hükûmetin yaptığı gibi “Bizde her şey iyi.” havasını pompalamak, aşırı öz güvenle gelişmiş ekonomilere nasihat ve ders vermeye kalkışmak, dışarıda dünyanın farkında olmadığımız izlenimini yaratıyor. Bu nedenle, bu kürsüden Hükûmeti uyarıyorum. Bu marazi, narsist öz güven görüntüsünden bir an önce kurtulun. Yaptığınızın korkudan mezarlıkta ıslık çalmak olduğunun biz farkındayız. (CHP sıralarından alkışlar) Ancak caka satarak görüntüyü kurtardığınızı zannederken sizinle birlikte tüm milletin ayağının altındaki halının çekilebileceğini de unutmayın. Zaman caka satmanın değil, doğru teşhis koymanın ve doğru politikaları üretmenin zamanıdır.
Hükûmet “Kimse orta vadeli program yapmazken ben yaptım.” diye övünmesini biliyor. Oysa daha 13 Ekimde açıklanan Orta Vadeli Program’da, yılın bitimine iki buçuk ay kalmışken 2011 enflasyonu için yüzde 7,8 olarak enflasyonu tahmin ettiniz. Bu tahminden tam on üç gün sonra, Merkez Bankası yayımladığı enflasyon raporunda “2011 enflasyonu yüzde 8,3 olacak.” dedi. Kasım ayı enflasyonu rakamları açıklandı, bir de baktık ki enflasyon yüzde 9,5 olmuş bile. 2011 sonunda çift haneli enflasyon şimdiden garantilendi. Sizin tahmin ufkunuz bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl hiç değil. Yılın bitimine iki buçuk ay kala enflasyon tahmininde bu kadar sapma olursa biz bu Hükûmetin hangi tahminine ve hedefine güveneceğiz? Aslında, getirdiğiniz bütçenin insanlara ne kadar güven verdiğini daha açıklandığı gün gördük. Sayın Maliye Bakanı bütçeyi açıkladı, devalüasyon patladı, Merkez Bankası 2006’dan bu yana ilk defa doğrudan döviz satarak piyasalara müdahale etmek zorunda kaldı. İşte, bütçenizin içeride ve dışarıda açıklandığı gün vermiş olduğu güven bu.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin sağlıklı bir şekilde kalkınmasından, büyümesinden, iş ve istihdam yaratmasından elbette hepimiz çok mutlu oluruz ama eğer ki ekonomide kırılganlık biriktiren bir büyüme varsa, taşıma suyla değirmen dönüyorsa değirmenin suyu kuruduğunda, elde edildiği zannedilen kazanımlar bir anda elden avuçtan çıkabilir. Ben bunları “Laf olsun.” diye, sırf muhalefet amacıyla söylemiyorum, yaşadığım deneyimlere dayanarak sizleri uyarıyorum. Nitekim, Avrupa’da yaşanan gelişmeler su taşınan derelerin kurumak üzere olduğunu göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de görünüm parlak değildir, alınması gereken bazı ciddi kararlar yaklaşan seçimler nedeniyle artık alınamamaktadır. Hükûmet, dışarıda biriken kırılganlıklara gözlerini kapamış, seçim kazanmak için arabayı sorumsuzca, son süratle kullanmıştır. Şimdi frenler tutmamaktadır, aracın içindeki 74 milyonun geleceği de risk altındadır.
Artık her gün Türkiye ekonomisine ilişkin uyarı dozu yüksek raporlar uluslararası piyasalarda dolaşmaya başlamıştır. Bu raporlarda Türkiye’nin yüksek cari açığına, kısa vadeli borçlarına dikkat çekilmekte, finansman koşullarındaki bozulmaya ve uluslararası rezervlerin yetersizliğine vurgu yapılarak ekonomide ani duruş ihtimalinin giderek arttığı söylenmektedir. Aslında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bunları uzun zamandır söylüyoruz, ekonomideki kötü gidişe uzun zamandır dikkatleri çekmeye çalışıyoruz ancak herhâlde Türkçe söylediğimiz için Hükûmet bizi dinlemiyor. Bahsettiğim raporlar İngilizce. Bu raporlar İngilizce yazıldığı için, diğer konularda da olduğu gibi, belki bu raporlar Hükûmetin dikkatini daha fazla çekebilir.
Değerli milletvekilleri, son dönemde istihdam ve işsizlikte bir başarı hikâyesi yazılmak isteniyor. Eylül ayında istihdam, geçen yıla göre 1 milyon 700 bin kişi arttı. Bir de baktık, bu istihdamın 476 bini tarımdan geliyor, tarımda yaratılmış. Şimdi, iktidarınızda, tarımda ekili alanlar 17 milyon dönüm azalmış, mercimek üretimi 120 bin ton azalmış, kuru fasulye üretimi 141 bin ton düşmüş, nohut üretimi 153 bin ton azalmış, Türkiye Kanada’dan baklagil ithal eder hâle gelmiş, Kurban Bayramı’nda anguslar, chevroletler, limuzinler ithal edilir olmuş. Sorarım: Bu üretim düşerken, ekili alanlar daralırken, ithalat başını alıp giderken, bu 476 bin kişi nerede çalışmış? (CHP sıralarından alkışlar)
Yine, daha ilginç bir gelişme, son bir yılda, kanun yapıcı, üst düzey yönetici ve müdür sayısı 184 bin kişi artmış. Yani şu son dönemde yaratılan, o 1 milyon 700 bin kişilik istihdam içinde yaratılan her 100 iş imkânından 10’unu kanun yapıcı, yönetici ve müdür kadrosunda olanlar yaratmış. Şimdi, bu rakama bakınca insan sormadan edemiyor: Bizim haberimiz olmadı da son bir yılda bu ülkede bir derin devlet mi oluşturdunuz? (CHP sıralarından alkışlar) İstihdam rakamlarınız güven telkin etmiyor. İşsizlikteki düşüşü inandırıcı bulmuyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de büyüme ve üretim artışı rakamlarına sevinemez hâle geldik çünkü yel ile gelenin sel ile gidebileceğini yakın bir zamanda, 2009 yılında hep beraber gördük. 2011’in üçüncü üç ayındaki yüzde 8,2’lik büyüme rakamı, Hükûmet ve Merkez Bankasının söylemlerine rağmen, mevcut politikalarla ekonominin kontrol altına alınamadığını ortaya koydu. Kapasite kullanımı, sanayi üretimi ve cari açığın geldiği seviyeler, 2011’in son üç ayında da ekonomideki kontrolsüz gidişin sürdüğünü gösteriyor. Aileler aşırı borçlu. Borcunun gelirlerine oranının geldiği düzey, sert iniş hâlinde yaşanacaklar üzerine endişeleri daha da artırıyor. 2002’de ailelerin borcunun harcanabilir gelirlerine oranı yüzde 4,5 iken 2011’in 9’uncu ayında bu oran 10’a katlanmış ve yüzde 45’e çıkmış.
Burada tecrübelerime dayanarak şunu ifade etmek istiyorum: 2001 krizinde borçlu olan şirketlerdi. “İstanbul yaklaşımı” gibi uzlaştırma yöntemleriyle sorun nispeten rahat çözüldü. Ancak şimdi aileler de ciddi şekilde borçlu. Ekonomide ani bir fren durumunda bunu çözmek çok daha zor. Aslında, ailelerin bilançosundaki bozulmanın maliyet ve sonuçlarını bugün gelişmiş ekonomilerde bir türlü gelmeyen büyümeye ve düşmeyen işsizliğe bakarak anlamak da mümkündür.
Değerli milletvekilleri, peki, Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi huzuruna getirdiği Orta Vadeli Program ve 2012 Bütçe kanunu ekonomide artan ani duruş riskini dikkate alıyor mu? Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin 2011’de yüzde 8’in üstünde büyüyeceği anlaşılıyor. 2012’de ise Türkiye’nin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı tahminine göre yüzde 3, Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine göre ise sadece yüzde 2 büyüyeceği öngörülüyor. Bu, ekonomide gelecek yıl sert bir iniş riskinin uluslararası kuruluşlar nezdinde giderek ağırlık kazandığını göstermektedir. Kaldı ki Türkiye’ye para getiren bazı yatırım bankaları 2012’de büyümenin sıfıra yakın olabileceğini söylüyorlar. Yani neresinden bakarsanız bakın, borç tuzağına düşürdüğünüz vatandaşlarımız, şirketlerimiz gelecek yıl çok zorlanacaklar.
Hükûmet getirdiği Orta Vadeli Program’la ağırlaşan küresel koşulları hiç dikkate almamış. Hükûmet, gelecek yıl, kendi tahmini olan 65 milyar dolarlık bir cari açığı ve 135 milyar dolarlık borç geri ödemesini finanse edebileceğini ve toplam 200 milyar dolar para bulacağını varsaymaktadır. Ekonomik dengeler bu kumar üzerine kurulmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki bu para bulunamaz ve ekonomi yere çakılırsa, aynen 2009’da yaptığınız gibi, bahaneniz küresel kriz olacaktır. “Bu seferki teğet bile geçmez.” sözü ise hiç söylenmemiş sayılacaktır.
Buradan açıkça uyarıyorum: Bu sert çakılma sonunda ödenecek acı bedelin tek sorumlusu bu frensiz gidişe yol açan Hükûmettir.
AKP Hükûmeti, Orta Vadeli Program’da kendine beş temel öncelik belirlediğini ifade etmiştir. Bu beş öncelikten ikisi, cari açığı düşürmek, iç tasarrufları artırmaktır. Bunu diyen Hükûmet ne yapıyor? Kamuda yatırım-tasarruf açığını büyüten bir program ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna çıkıyor. Kamu tasarruf-yatırım açığı 2011’den 2012’ye geçişte gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak 0,6 puan artarak yüzde 2,2’ye çıkıyor. Devlet “Gelecek yıl cari açığa 0,6 puan ilave katkı yapacağım.” diyor. Böyle mi cari açık düşürülecek? Cari açık lafla düşmez. Dengeler, cari açığı düşüremeyeceğinizi ve bu işten -kusura bakmayın ama- pek de bir şey anlamadığınızı gösteriyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Hükûmet bir “mali disiplin” lafı tutturmuş, buna herkesin inanmasını istiyor. 2007-2011 arasında bütçenin faiz dışı harcamalarındaki artış yüzde 74,2. Afların bir defa etkileri ayıklandığında vergi gelirlerindeki artış yüzde 59,5. Aynı dönemde ekonomideki toplam gelir ise yüzde 52 artmış. Yani harcamalar millî gelir artışının 22 puan üstünde artarken süreklilik arz eden vergi gelirleri ekonomik büyümenin sadece 7,5 puan üstünde artmış. Vergi aflarından elde edilen bir defalık gelirler ve ithalatta sürdürülemez artışa bağlı olarak tahsil edilen vergilerle maliye politikasındaki gevşemeyi maskeliyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, son dönemde, sağlıklı bir demokraside olmayacak şeyler oluyor ülkemizde. Hukukun genel ilkelerini ihlal etmek sıradanlaşıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri, Anayasa’ya aykırı bir biçimde ve Anayasa Mahkemesi Başkanının da desteğiyle Hükûmet tarafından âdeta gasbedildi. Türkiye, kanun hükümde kararnamelerle yönetilen bir ülke hâline geldi. Genel seçimler öncesinde kabul edilen bir yasayla verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi, yeni seçilmiş bir Meclis olmasına rağmen, Hükûmet tarafından, fütursuzca, son gününe kadar kullanıldı. Çıkardığınız otuz beş kanun hükmünde kararname ile Türk kamu yönetimini altüst ettiniz, uluslararası standartlardan uzaklaştırdınız, köklü kuruluşları bir gecede ortadan kaldırdınız, on bir yeni bakanlık kurdunuz, memurların kazanılmış haklarını ellerinden aldınız, insanları kariyer planlaması yapamayacak hâle getirdiniz, kamu çalışanlarını sokağa döktünüz, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını devletleştirdiniz, özerk düzenleyici ve denetleyici kuruluşları bakanların ağzına bakar hâle getirdiniz. Rekabet gücümüzü artırmak için araştırma, geliştirme ve bilime en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde kalktınız Türkiye Bilimler Akademisine seçim ile gelen bilim adamlarını dünyada örneği olmayan bir şekilde atanır hâle getirdiniz. Sizin dışınızdaki seçimle gelen tüm kurumları kontrol altına alma hırsınızın tepe noktasına geldiniz. Bundan sonra bir adım kaldı, millî takım oyuncularını da kararnameyle atarsanız bu iş bitmiş olacak. (CHP sıralarından alkışlar)
Tüm bunları yaparak uluslararası yatırımcıların risk algılamasını artırdınız. Dışarıdan para bulmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde bunu yaparak durumun gerçekten farkında olmadığınızı bir kere daha gösterdiniz. Bunların yanında kanun hükmünde kararnameler kanunsuzluklarınızın kılıfı oldu. Bugüne kadar bu kürsüden sizi defalarca uyardık. Bütçe sürecini başlatan orta vadeli program ve mali planın kanunun öngördüğü sürelerde çıkarılmadığını söyledik. Kendi çıkardığınız bu kanunu yıllarca yine kendiniz ihlal ettiniz. Sonra bir de baktık bir kanun hükmünde kararnameyle kanunu kanunsuzluğunuza uydurmuşsunuz. Hiç olmazsa bu düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirme cesaretini gösterseydiniz.
Değerli milletvekilleri, geçen sene bu kürsüden konuşan iktidar partisi sözcüsü “Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelirse kur patlar, enflasyon uçar, faiz coşar.” diyordu. Şimdi iktidarda Cumhuriyet Halk Partisi mi var? Ne oldu da bu ülkede son bir yılda yüzde 24 devalüasyon oldu? Faizler nasıl çift haneye çıktı? Kredi faizleri nasıl yüzde 15’e geldi? Enflasyon nasıl çift hanelere ulaştı?
Değerli milletvekilleri, özetlersek, Türkiye, yeniden kabaran kriz dalgasına dünyadaki en yüksek ikinci cari açığı vererek yakalanmıştır. Hükûmet, ekonominin çıpalarını birer birer yok etmektedir. Merkez Bankası ve bağımsız kurullar, Hükûmetin emrine girmiştir. Komşularla sıfır sorun diye yola çıkılmış, sorunsuz sıfır komşu noktasına gelinmiştir. İhracatımız, turizm gelirlerimiz darbe yemiştir. Dünya krizden çabuk çıkacağa benzemiyor. Yeni dalganın geçmişten farklı olarak küresel likiditeyi daha fazla daraltması bekleniyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – İlave süre veriyorum Sayın Öztrak.
Buyurun.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) – Türkiye’nin önümüzdeki yıl 200 milyar dolar tutarında bir parayı bulamaması durumunda yere çakılmasını kaçınılmaz hâle getirdiniz.
Diğer taraftan halkı borca batırdınız. Ülkenin döviz cinsinden borçları ile alacakları arasındaki fark, İktidarınızda 85 milyar dolardan 351 milyar dolara çıktı. Reel sektörün dış pozisyon açığı 6’ya katlandı, 119,3 milyar dolar oldu. Kişi başına dış borç 4.187 dolar oldu, İktidarınızda 2.224 dolar arttı. Yani yeni doğan her çocuk kaşını gözünü annesinden babasından alırken 2.224 dolar borcu da Tayyip amcasından alıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ama Başbakan çözümü buldu, dış borcu azaltacağına her aileden 3 çocuk istiyor.
Değerli milletvekilleri, son görüşmelerini yaptığımız bütçe ve Hükûmetin mevcut politikaları bu sorunların üstesinden gelememektedir ve gelemeyecektir. Tavsiyem, bir an önce kamu dengelerinde gerçek bir mali disipline yönelmenizdir, gayrisafi yurt içi hasılanın binde 6’sı kadar bir ek uyum yapmanızdır. Merkez Bankası derhâl piyasalara net mesajlar vermeye başlamalıdır, tek başına piyasalara karşı durmaktan vazgeçmelidir. Merkez Bankası, yitirdiği güveni hızla geri kazanmalıdır. Ekonomi seçim öncesinde izlediğiniz popülist politikaların bedeli olarak her hâlükârda yavaşlayacaktır. Bundan en çok borca batmış çalışanlar ve küçük esnaf etkilenecektir.
Bu çerçevede başta işsizlik yardımları olmak üzere sosyal destek ağlarını bir an önce güçlendirin. Kredi Garanti Fonu’nu küçük esnafa nefes aldıracak şekilde çalıştırın. Ekonominin günlük işleyişine keyfî müdahalelerden vazgeçin. Rekabet gücünü artıracak yapısal reformlara artık başlayın. Küresel likiditenin kurumaya başladığı bir dönemde ekonomiye duyulan güveni ve çekiciliği artıracak bu tedbirleri hızla alın. Ancak bu şekilde ihtiyaç duyulan finansmana erişim kolaylaşacak ve ekonomide yumuşak bir iniş sağlanabilecektir.
Değerli milletvekilleri, hepimiz bu milletin daha müreffeh yaşamasını, geleceğe güvenle bakmasını isteriz. Amacımız sizlere yol göstermektir. Bu bağlamda eleştirilerimizin ve önerilerimizin Hükûmet kanadında samimi bir biçimde değerlendirilmesini temenni ediyor, 2012 Bütçe kanununun milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztrak.