BÜTÇE KAPANIŞ KONUŞMASINDAN: BAŞBAKAN SARAYIN TAHSİLDARI MI?
-DEVLETTE ÇİFT BAŞLILIK BUGÜN ÜLKEMİZDE BİR SİSTEM KRİZİ YARATTI
CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, ” Ekonomi bürokrasisinin birçok kilit noktası hâlâ vekâletle idare ediliyor. Hazine Müsteşarlığına bir buçuk yılı aşkın bir süredir müsteşar atayamadınız. Gören de sizin bir koalisyon hükûmeti kurduğunuzu zannedecek Sayın Başbakan, kiminle anlaşamıyorsunuz? “dedi.
TBMM Genel Kurulunda 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarılarının geneli üzerinde CHP Grubu adına son sözü alan Öztrak’ın konuşması şöyle:
BU MİLLETİN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDEN BAŞKA HAMİSİ YOKTUR
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarılarının geneli üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son sözü aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve televizyonlarının başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, gencecik yavrularımızın, masum insanlarımızın vatan toprağına yaprak gibi düştüğü, ağzımızın tadının kalmadığı, ruhlarımızın karardığı günlerde bütçe görüşmelerini yaptık. Geçen temmuzdan bu yana 300’ün üzerinde şehidimiz var. Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da yapılan hain terör saldırılarında yüzlerce masum canımızı yitirdik. Ülkemize gelen turistler İstanbul’da canlı bombaların hedefi oldu. En son dün Kilis’te 1’i çocuk 2 vatandaşımızı IŞİD terör örgütünün saldırısı sonucu kaybettik, aynı gün İdil’de 2 güvenlik görevlimiz şehit düştü. Ben, tüm şehitlerimize, yaşamını yitiren tüm masum vatandaşlarımıza ve misafirlerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Kaybettiklerimizin ailelerine ve tüm milletimize başsağlığı diliyorum.
Dünyanın en meşru, en kutsal savaşını vermiş Gazi Meclisin bir üyesi olarak, bugünün emperyalistlerini ve onların değirmenine su taşıyanları bu kürsüden uyarmak istiyorum. Reyhanlı’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da ve İstanbul’da kalleşçe bomba patlatan, Sur’da, Cizre’de hendek kazıp okullarımızı, camilerimizi yakan teröristler ve onlara bu eylemler için vekâlet verenler şunu açıkça bilmelidirler: Elde edeceğiniz tek sonuç, milletimizin teröre karşı büyüyen öfkesi, artan nefreti ve çelikleşen mücadele azmi olacaktır. Milletimizin terörle mücadelesi mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu milletin, Türkiye Cumhuriyeti’nden başka hamisi yoktur. Hiç kimse, kendine kökü dışarıda aşklar arama gafletine düşmesin, bu ülke hepimize yeter. Doksan yıl önce, basiretsiz, kifayetsiz ve muhteris yönetimlerin bıraktığı ağır enkazı milletimiz kanı ve canı pahasına kaldırmıştır. Doksan yıl önce şunu öğrendik: Son ve ebedî vatanımız Anadolu’dur, Trakya’dır; bu topraklardan öte gidecek başka bir yurt yoktur. Yurtseverler için vatan namustur, tek bir çakıl taşımızı dahi kimseye vermeyiz. Gazi Meclisin her bir üyesi bu siyasi bilinçle hareket etmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, bugün yaşadıklarımız, Atatürk milliyetçiliğinden etnik milliyetçiliğe, laiklikten mezhepçiliğe savruluşun ülkemizin başına ne belalar açacağını açıkça göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin doksan yıl önce zaferle taçlanan başarıları hepimizin ortak tarihidir. Bu gerçeği unutup geçmişi karalayarak kendi dönemlerini parlatma kibrine kapılanlar, o tarihin ihtişamı altında her zaman ezilmişlerdir. Bu tarihî gerçeği, sıfatı, makamı ve konumu ne olursa olsun, artık herkes içine sindirmelidir. Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, millî mücadelemizin tüm kahramanlarına, Gazi Meclisimize, bu büyük eseri kurmak, bugün de korumak için canını veren tüm şehitlerimize, gazilerimize şükranlarımı arz ediyor, bugün hayatta olmayanları rahmetle ve minnetle anıyorum. Onların kahramanlıkları, hizmetleri olmasa bu topraklar üzerinde şanlı bayrağımız dalgalanmaz, ezan sesleri duyulmazdı.
İYİ İŞLEYEN BİR DEMOKRASİ HALKA HESAP VERMESİNİ SAĞLAR
Değerli milletvekilleri, siyaset insan yaşamını kolaylaştırmak, zenginleştirmek ve güzelleştirmek için yapılır. İktidar da, muhalefet de bu mücadelenin bir aracıdır. İyi işleyen bir demokrasi, halka en iyi hizmeti verecek kadroları iş başına getirir, iktidarın halka hesap vermesini sağlar. Eğer bir ülkede ağızlar bal olmuyorsa, evlerde korku varsa, insanlar umudunu yitirdiyse; orada ya demokrasi eksiktir, ya siyaset kurumu işlevini yerine getirmiyordur, ya da iktidar görevini yapmıyordur. Türkiye’de bugün demokrasi kusurludur, siyaset işlevini yerine getirememektedir, iktidar ülkeyi yönetememektedir. Oysa, küresel, bölgesel ve yerel konjonktürün hızla bozulduğu bir ortamda, her zamankinden daha fazla eksiksiz bir demokrasiye, iyi işleyen bir siyasete ve ülkeyi hakkıyla yönetecek bir iktidara ihtiyacımız var.
Değerli milletvekilleri, bu kritik dönemde toplum yaşamımızda, kurumsal yapımızda, komşularımızla ilişkilerimizde, ekonomimizde ciddi kırılganlıklar biriktiriyoruz. Korkarım, tedbir alınmazsa tarihimizin en korkunç, en sıkıntılı depremlerinden birini yaşayacağız. Fay hatlarında biriken gerilimi azaltmak, bugün siyasetin en öncelikli görevidir. Bu nedenle, yüce Meclisin huzurunda bu kırılganlıklara dikkat çekmeyi, görüş ve önerilerimizi paylaşmayı önemli bir görev ve sorumluluk olarak addediyorum.
KUTUPLAŞMA ARTIYOR
Değerli milletvekilleri, uzunca bir süredir toplumsal yaşamımızda uyum bozuluyor, kutuplaşma artıyor. Her toplumsal olayda derin bir ayrışma yaşıyoruz. Bunun için açıktan veya gizliden en pespaye yalanlara başvurulabiliyor, hayatımız trollerin zehirli diliyle kirletiliyor, bu toplumun en kutsal değerleri kişisel amaçlar için istismar ediliyor, toplumsal yaşamda güven ve huzur giderek yok oluyor, dışarıdan gelecek saldırılara açık, yumuşak karınlar oluşuyor.
Değerli milletvekilleri, muhalefetin görevlerinden biri de iktidarın icraatlarını sorgulamak, iktidara ayna tutmaktır. Ülke, özellikle 2009’dan sonra hakareti, hor görmeyi, öfkeyi sermaye yapan, bundan siyasi rant devşirmeye çalışan bir anlayışla yönetiliyor. Toplumun çok masum, çok haklı talepleri bile gerginlik, ayrıştırma ve dışlanma konusu oluyor. “Gezi olayları sırasında Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırıldı, camide içki içildi.” gibi uydurma senaryolarla, nefret dolu söylemlerle huzurumuza ve iç barışımıza kastedildi. Allah’tan milletimizin feraseti büyük bir felakete izin vermedi. Bunun gibi sayısız örnek var. Bu sözlerin sahibi benzer tutumunu hâlâ sürdürüyor.
Değerli milletvekilleri, son olarak Artvin Cerattepe’de ninelerimiz, dedelerimiz “Toprağıma, suyuma, doğama dokunma!” diyerek bastonlarıyla sokağa indi, “Artvin’in üstü altından daha değerlidir.” diyerek demokratik bir tepki ortaya koydular. O madenin işletilmesini yasaklayan kesinleşmiş mahkeme kararı var mı? Var, hem de bir değil, birden çok mahkeme kararı var. Buna rağmen millete küfretmekle ünlenen bir iş adamının yolunu açmak için ninelerimizi, dedelerimizi gaza boğdunuz. Ancak burada bir hakkı da yemeyelim, Sayın Başbakan olaylar tırmanınca ılımlı bir tavır takınıp tüm kesimleri bir araya getirmeye ve ortamı yumuşatmaya gayret etti. Tam bu uzlaştırıcı yaklaşım ülkenin normalleşmesine katkı yapacak diye umutlanırken o malum öfke, toprağını korumaya çalışan ninelerimize, dedelerimize “Yavru Gezici” dedi, alay etti. Yetmedi, havuz medyası toprağına sahip çıkanları vatan haini ilan etti. Türk milletinin birliğini temsil etmesi gereken makam milleti kutuplaştırmaya devam etti. Acaba akıl nihayet öfkeye galip gelecek mi derken umudumuz kısa sürdü.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yapılan bir araştırma kutuplaşmanın ulaştığı vahim boyutları ortaya koyuyor. Bu araştırmaya göre ülkede yaşayan her 10 vatandaştan 8’i farklı partiden biriyle komşu olmak istemiyor. Yine her 10 vatandaştan 8’i “Kızımı rakip partiden birine vermem.” diyor. Her 10 vatandaştan 7’si ise çocuğunun rakip partiyi tutanların çocuklarıyla arkadaşlık dahi etmesini istemiyor. Geldiğimiz nokta bu.
KUTUPLAŞMA ARTTIKÇA ÖZGÜRLÜK ALANLARI DARALIYOR
Bir de uluslararası göstergeyi sizlerle paylaşayım. Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’ye göre Türkiye, 155 ülke içinde sosyal uyum bakımından 120’nci sırada. Bu, ülkemizde nasıl yaman bir ayrışmanın olduğunu, huzurun ve güvenin kaybolduğunu rakamlarla yüzümüze vuruyor. Öfke ve nefret dilinin, ayrıştırıcı siyasetin toplumu getirdiği nokta bu sayın milletvekilleri. Anayasa’da güvence altına alınan özgürlükleri bile kullanamaz hâle geldik. İşte, basın özgürlüğünün hâli ortada. Önce işe gazeteci ve yazarları hapse atarak başladınız, şimdi kayyum eliyle gazete kapatıyorsunuz. Ülkede kutuplaşma arttıkça özgürlük alanları da daralıyor. Bunu Dünya Özgürlük Evi’nin verileri söylüyor. Dünya üzerindeki 195 ülkenin 86’sı özgür. Biz bu ligde yokuz sayın milletvekilleri. Biz, özgürlüklerin kısmen yaşandığı, kısıtlı olduğu 59 ülkenin arasındayız, yani ikinci ligdeyiz. Ancak, korkarım, mevcut eğilim değişmezse birkaç yıl sonra yerimiz özgürlüklerin olmadığı Mısır’ın, İran’ın, Libya’nın ve Rusya’nın bulunduğu en sondaki 50 ülkenin yanı olacak.
Toplumsal uyumdaki bozulma toplumun en temel hücresi olan aile kurumuna kadar bulaşmış. Boşanmalar hızla artıyor. Bunu ben söylemiyorum arkadaşlar, bunu da OECD verileri söylüyor. 37 ülkeli bu teşkilat içinde, İspanya’nın ardından, son on yılda boşanmaların en hızlı arttığı ülke Türkiye.
Dün Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü. Bir kez daha tüm kadınların Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Toplumsal yaşamdaki gerginliğin en önemli kurbanlarından biri de kadınlar. Türkiye’de her 150 kadından 38’i fiziksel saldırıya maruz kalıyor. Boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınların şiddete uğramış olanlarının oranı yüzde 75.
Değerli milletvekilleri, sosyal denge ve uyumun bozulduğu, kutuplaşmanın arttığı ülkelerde insanların geleceği kararır, cebine ateş düşer, mutfağında yangın çıkar. Huzurun olmadığı yerde güven olmaz, güvenin olmadığı yerde yatırım olmaz, alışveriş olmaz. Yatırımın, alışverişin olmadığı yerde aş ve ekmek büyümez, millet iş bulamaz.
ÜZERİNİZDEKİ VESAYET ZİNCİRLERİNİ KIRIN
Değerli milletvekilleri, dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer fay hattı kurumsal yapımızda oluşmuştur. “Balık baştan kokar.” özdeyişi bugün ülkemizde kurumsal yapıdaki ve yönetim sistemindeki bozulmanın hâlini çok iyi anlatıyor. Sayın Cumhurbaşkanı devletin başı, Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmekle yükümlü. Halkımız Cumhurbaşkanını Anayasa’mızda yer alan bu görevleri yerine getirmesi için seçti. Cumhurbaşkanı da bunu kabul ederek Anayasa’ya göre yemin etti. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanının geldikten sonra ilk işi parlamenter sistemi bekleme odasına almak oldu. Yetmedi, fiilî durum yarattığını söyleyerek Hükûmete de el koydu. Son olarak, Anayasa Mahkemesi kararını tanımadığını, uymayacağını söyledi, diğer mahkemelere de böyle yapmaları talimatını vererek yargıya da el koymuş oldu. Yani, halkın, Anayasa’da yazılı görevleri yerine getirmek için seçtiği Cumhurbaşkanı şimdi “Ben gücü ele geçirdim, bu Anayasa’yı tanımam, kuralları ben koyarım.” diyor. Lafı eğip bükmeye gerek yok. Bu yaşananlar açıkça sivil darbe girişimidir. Demokrasinin imkânları kullanılarak demokratik sistemin, kuvvetler ayrılığının ve hukukun tabutuna çivi çakılmaktadır. Kuzu kurda emanet edilmiştir. Anayasa’nın uygulanmasını gözetmekle yetkili makam Anayasa’yı tağyir, tebdil ve ilga etmektedir. Bu kaosun sonunda tek bir kişinin zevkine ve bedenine uygun despotik bir rejim elbisesi dikilmeye çalışılmaktadır. Meclisimizin kendi hak ve yetkilerine sahip çıkma ve bu girişimi önleme yükümlülüğü vardır.
Değerli milletvekilleri, kazananın her şeyi aldığı bir başkanlık sistemiyle 78 milyonu bölüp parçalamanın hiçbir anlamı yoktur. Çözüm, farklı kesimleri, farklı çıkarları kucaklayan, toplumun her kesimini karar alma süreçlerine dâhil eden, özgürlükleri genişleten çoğulcu demokrasidir. Bunu sağlayacak sistemin adı da güçlendirilmiş parlamenter sistemdir. Dünya üzerinde 36 tane istikrarlı demokrasi var, bunun 30’u parlamenter sistemle yönetiliyor. Yine, dünyanın en medeni, en zengin, insani gelişmişlik bakımından en tepesindeki 20 ülkesinin 17’si parlamenter sistemle yönetiliyor. Bu ülkelerden sadece 2’sinde başkanlık sistemi var değerli milletvekilleri. Son ülke İsviçre’de ise kendine özgü bir rejim bulunuyor. Buna karşın, dünyanın en yoksul, insani gelişmişlik bakımından en gerideki 20 ülkesine baktığımızda, 14’ünde başkanlık, 5’inde ise yarı başkanlık sistemi var. Rakamlar bize şunu söylüyor değerli arkadaşlar: Güçlü bir parlamenter sistem ülkeleri de, milletleri de, vatandaşları da, insanları da zenginleştirir. Onun için üzerinizdeki vesayet zincirlerini kırın. Zenginlik ve refahı sağlayan güçlendirilmiş parlamenter sistemi kurmanın mücadelesini hep beraber verelim.
KAMU İHALE KANUNU 2003’TEN BU YANA 34 KEZ DEĞİŞTİ
Değerli milletvekilleri, hukuka saygı duymayan, kural ve kurumların yok sayıldığı ülkelerde yolsuzlar yoksulun ekmeğine ortak olur, milletin hazinesine uzanan eller çok olur. Yolsuzluğun, hırsızlığın olduğu yerde doğanın değil, doların yeşili hâkimdir. O yeşil dolarlar ayakkabı kutularına saklanır. Devleti yönetenler kupon araziler kovalarlar. Bunları ülkemizde yaşadık. Bu rezalete dünya da, 78 milyon vatandaşımız da şahit oldu. Bunun sonucunda Türkiye’de yolsuzluk algısı hızla 1990’lı yılların düzeyine indi, hani o karalanan “kayıp yıllar” dediğiniz yılların düzeyine. Bunu Uluslararası Şeffaflık Örgütünün hazırladığı Küresel Yolsuzluk Algı Endeksi açıkça ortaya koyuyor. Yıl 1995, Türkiye’de yolsuzluk algısı 100 üzerinden 41 puan; yıl 2015, Türkiye’de yolsuzluk algısı 100 üzerinden 42 puan. “Durmak yok yola devam” dediniz, az gittiniz, uz gittiniz, yolsuzlukta yirmi yıl önceye döndünüz. Oysa, 2001’den sonra bu Meclisin yaptığı bu reformlarla “Artık oyunun kuralı değişti.” diyorduk. Ben o dönemin Hazine Müsteşarı olarak “Artık Türkiye’de yolsuzluk olmaz, gemileri yaktık.” diye dünyaya övgüyle anlatıyordum, yanılmışım. Ne oldu peki? AKP döneminde tüm kurallar, kanunlar altüst edildi. Kamu İhale Kanunu 2003’ten bu yana 34 kez değişti. Her yüz elli günde bir değişen kanun olur mu arkadaşlar? Türkiye’de oldu. Keyfîlik o kadar arttık ki dönemin Başbakanı yetkili kurullara dahi danışmadan bir televizyon programına çıktı, yapılmış olan bir otoyol ihalesini orada iptal etti. O günden sonra yatırımcılar “Bu ülkede malımızın mülkümüzün güvencesi kalmadı.” demeye başladılar. Ekonomi her geçen gün biraz daha kötüye gitti. Hükûmet bunu ABD Merkez Bankasına ya da Gezi’ye fatura etmeye çalıştı ancak ekonomideki bozulmanın temel nedeni hukukun üstünlüğünü tanımayan kendi yönetim anlayışıydı. Vergi ve sigorta denetimleri iş adamlarına siyasi baskı yapma aracı oldu. Ölçüsüz cezalar havada uçuşmaya başladı. Yargı, siyasi söylemleri talimat kabul edip iddianame yapmaya başladı. Daha sonra kayyumlar eliyle milletin malına mülküne el kondu.
Anadolu sermayesinin en başarılı isimleri siyasi iktidarın kendi iç çekişmeleri ve kavgalarına kurban ediliyor. Bu anlayışla yönetilen Türkiye Küresel Ekonomik Özgürlük Endeksi’nde sürekli irtifa kaybediyor. 2016’da Türkiye’nin ekonomik özgürlük notu 100 üzerinden 62’ye gerileyerek 2000 yılının bile altına düştü. Dünya Adalet Projesi tarafından hazırlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 2015’te Türkiye bir yılda 21 basamak birden gerileyerek 102 ülke içinde 80’inci sıraya indi. Son günlerde yaşadığımız keyfîlik ve hukuksuzluklar küresel karşılaştırmalarda daha çok irtifa kaybedeceğimizi gösteriyor.
Değerli milletvekilleri, hukuk olmazsa güven olmaz, yatırım olmaz, iş olmaz. Onun için, hukuk ekmektir, hukuk aştır, hukuk iştir. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Bugün yok edilmek, ülkeden sökülüp atılmak istenen hukuk ve Anayasa bir gün herkese lazım olur. Bu nedenle, hukuku ve yargıyı despotların saldırılarına karşı korumak ve kollamak hepimize düşen bir görevdir.
GAFLET, AKP HÜKÛMETLERİNİN ALAMETİFARİKASI OLMUŞTUR
Değerli milletvekilleri, hukuk tanımazlığın ve keyfîliğin âlâsını bu ülkenin en yakıcı sorunu olan bölücü terörle mücadelede de gördük. “Analar ağlamasın.” diyerek Oslo’da başka ülkelerin nezaretinde gizli kapaklı başlatılan süreç ülkede ağlamadık ana bırakmadı. Teröristler şehirlere silah ve bomba yığarken valilere ve emniyet müdürlerine “Aman, açılıyoruz, bunlara dokunmayın.” talimatı verildi. Güvenlik güçlerinin talepleri duymazdan gelindi. Sonuç, geçen temmuzdan bu yana 300’ün üzerinde şehit, on dört yıldır dağda olan teröristler artık şehir merkezlerinde.
Çok açık söyleyelim, Türkiye Cumhuriyeti doksan üç yıllık tarihinde böyle gaflet, dalalet ve üzülerek söylüyorum hıyanet görmemiştir. Gaflet, AKP hükûmetlerinin alametifarikası olmuştur, herkes onları aldatmıştır, dün “Ne istediler de vermedik?” dedikleri ortakları bugün “darbeci” ve “terör örgütü” olmuştur.
Değerli milletvekilleri, kimse “Aldatıldık.” deyip bu işlerden kurtulamaz. Görevi ihmalle başlayıp suç örgütlerine yardım ve yataklık etmeye kadar uzanan bir dizi suç işlendiği açıkça ortadadır. Bu suçları işleyenler er ya da geç hukuk ve adalet önüne çıkacaklardır. Şehitlerimizin, yitirilen canların hesabı mutlaka sorulacaktır.
DEVLETTE ÇİFT BAŞLILIK BUGÜN ÜLKEMİZDE BİR SİSTEM KRİZİ YARATTI
Değerli milletvekilleri, kurumsal yapımızda biriken gerginlikler ve devlette çift başlılık bugün ülkemizde bir sistem krizi yaratmıştır. Vatandaşlarımız kime bakacağını şaşırmıştır, iş adamı, sorununu kime anlatacağını, kimin sözünü dinleyeceğini bilmemektedir. Sayın Başbakan Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayacağını söylüyor, saray derhâl, kendi ekonomik konseyini kuracağını açıklıyor. Şimdi, iş adamları hangi konseye gireceklerini kara kara düşünüyorlar. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında milletten koalisyonları kötüleyerek oy istediniz, 1 Kasım seçimlerinden bu yana yüz otuz gün geçti, Ankara’nın göbeğinde 2’nci bomba patlarken şehrin asaleten atanmış bir emniyet müdürü yoktu. Dün yine, bu makama vekâleten bir atama yaptınız. Ekonomi bürokrasisinin birçok kilit noktası hâlâ vekâletle idare ediliyor. Hazine Müsteşarlığına bir buçuk yılı aşkın bir süredir müsteşar atayamadınız. Gören de sizin bir koalisyon hükûmeti kurduğunuzu zannedecek Sayın Başbakan, kiminle anlaşamıyorsunuz? Bürokrat atayamayan bir Hükûmet durumuna düştünüz. Vekâleti üç ayla sınırlayan atama genelgesinin altındaki imzanıza bile sahip çıkamadınız. Beştepe’nin atanmış danışmanları Hükûmetinize sürekli ayar veriyor. Hani, seçilmişler atanmışlardan daha üstündü? Yıllardır vatandaşa bürokratik oligarşi hikâyeleri anlattınız, Hükûmetinize istikamet çizen sarayın bürokratik oligarşisine söyleyecek bir çift lafınız yok mu? Hükûmeti uyarıyorum, nisanda Merkez Bankasına başkan atayacaksınız. Bu makama yapılacak atama diğerlerine benzemez. Bu atamanın bir krize dönüşmesine izin verirseniz, bunun bedelini çok ağır ödersiniz. Çıkardığınız kanunlarla vergiden muaf tutarak ihya ettiğiniz faiz lobisini bir kez daha abat edersiniz. Kasalarda, kutularda dolar istifleyenler size duacı olur ama milletin bedduası da hem bu dünyada hem öteki dünyada yakanıza yapışır.
YANLIŞ HESAP ŞAM’DAN DÖNDÜ
Değerli milletvekilleri, yakın ve uzak komşularla bozulan ilişkilerimiz üçüncü kırılganlık alanıdır. “Komşularla sıfır sorun.” derken, sorun yaşamadığımız komşu kalmadı.
Dış siyasette kuraldır, sorunları aşmak için dostlara, ittifaklara ve çıkar birliklerine ihtiyaç vardır. Oysa, ülkemiz, uzunca bir süredir sizin “değerli” dediğiniz bir yalnızlık içinde. Şu anda, Türkiye’nin, bölgesindeki 5 ülke başkentinde büyükelçisi yok.
Peki, ne oldu da bölgesinde ve tüm dünyada saygı duyulan, her uyuşmazlıkta aranan Türkiye bu noktaya geldi?
Her şey 17 Aralık 2010 tarihinde başladı değerli milletvekilleri. Tunus’ta seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan isyan dalgası tüm Arap coğrafyasını kasıp kavurdu. Tunus, Mısır ve Libya’da yönetimler devrildi. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesine önce karşı çıkıp sonra katkı veren AKP, “Kardeş Esad”ı bir gecede “Kalleş Esed” yaptı, bu da yetmedi Mısır’la kanlı bıçaklı olundu.
O günlerde, dönemin Dışişleri Bakanı, bugünün Başbakanı, değişen dış politikayı “Artık yüzyıllık parantezi kapatacağız.” diye özetliyordu. Hedef, Orta Doğu coğrafyasında Osmanlıyı ihya etmekti, bunun için Türkiye Cumhuriyeti kapatılması gereken bir parantezdi. İsim ve vaftiz babası eski CIA şefi Graham Fuller olan “Yeni Türkiye” tarih sahnesinde artık yerini alıyordu. Yeni Türkiye, Orta Doğu’da güç dengelerinde kurucu aktör olacak, bölgede bize sorulmadan kuş uçmayacaktı. Tarihten, sosyolojiden, siyasetten ve de her şeyden önemlisi realiteden kopuk bu düşünce, Suriye’deki yangına benzin döktü. Dünyanın her tarafından gelen cihatçılar Türkiye’ye doldu, Suriye sınırımız delik deşik, perfore oldu. Hatay’da, Gaziantep’te, Adana’da, Urfa’da dünyanın tüm istihbarat örgütleri cirit atmaya başladı. Türkiye örtük, kirli bir vekâlet savaşının hem aktörü hem de mağduru oldu. O günlerde AKP’yi uyardık. Sınırlarımız Peşaver’leşiyor dedik, Suriye’deki ateş orada kalmaz, bize de sıçrar dedik. Dönemin Başbakanı döndü “Ben Şam’da, Emevi Camisi’nde namaz kılacağım.” dedi. Şam’da namaz kılınamadı ama Türkiye’nin 81 ilindeki camilerin avlusu Suriyeli mültecilerle doldu.
“Orta Doğu’da benden habersiz kuş uçamaz.” diyen Türkiye’den, Suriye’de uçak uçuramaz Türkiye’ye geldik. Şimdilerde, Suriye’de, Suudi Arabistan’ın kanatlarından fayda umuyoruz. Suriye’deki vekâlet savaşları artık Sur’a, Cizre’ye, Şırnak’a sıçradı. Ülkenin her yerinde, Reyhanlı’da, Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da bombalar patladı. Yüzlerce canımızı yitirdik. Sayın Davutoğlu’nun “Sinirli çocuklar” dediği IŞİD, Musul Konsolosluğumuzu işgal etti, diplomatlarımızı rehin aldı. Sadece diplomatik misyonlarımızı değil, doksan üç yıllık cumhuriyet tarihinde ilk defa bir vatan toprağını kaybettik. Süleyman Şah Türbesi bir gece terörist PYD’nin gözetiminde sırtlandı, yine terörist PYD’nin topraklarına taşındı. Bunun için, PYD’nin başı Türkiye’ye getirildi, ortak operasyon merkezleri kuruldu. E, siz böyle iş tutunca “model ortağım” dediğiniz Amerika Birleşik Devletleri de daha önce terör örgütü listesine aldığı PYD’yi bu listeden çıkarıverdi. Şimdi, Rusya’daki ofislerine teröristbaşının posterlerini asan örgütün terörist olduğunu model ortağımıza anlatmaya çalışıyorsunuz ama anlatamıyorsunuz.
Rusya’yla savaşın eşiğine geldik. İran’la ilişkilerimiz gergin. Irak’la anlaşamıyoruz. Suriye’yle örtük savaştayız. ABD’yle ilişkilerimiz limoni. Kuzey komşumuz artık güney komşumuz oldu. Rusya, Suriyeli göçmenleri bize ve tüm Avrupa’ya karşı hibrit savaş silahı olarak kullanma denemeleri yapıyor. Ülkemize gelen üç milyona yakın Suriyeliyi barındırmak için 9 milyar dolar harcama yaptık. Ege Denizi büyük insanlık dramlarına sahne oldu, hâlen de oluyor. Bu soruna çözüm bulmak için AB’yle zirve üzerine zirve yapıyoruz. Sayın Davutoğlu Avrupa’da bu konuları müzakere ediyor ancak Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye’de Başbakandan Avrupa Birliğine 3 milyar avro almaya giden saray tahsildarıymış gibi bahsediyor. Bu, beni bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak üzüyor. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Cumhurbaşkanı, bu müzakereleri, tıpkı 2003’te ABD’nin Türkiye topraklarını kullanarak Irak’ı işgal etmesi karşılığında yapılan at pazarlığı gibi görüyor. Bu “aldım verdim” yaklaşımı Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve diğer alanlarda yapması gereken reformların ertelenmesine veya AB kriterlerinden uzaklaşmasına, kesinlikle, yol açmamalıdır. Tam tersine, mevcut konjonktür Türkiye’nin AB’nin çıpasını güçlendirmesi için bir fırsat olarak okunmalıdır.
Sayın milletvekilleri, bu savaşta kaybeden iki ülke var: Biri Suriye, diğeri Türkiye. Suriye’deki savaş Türkiye için artık bir beka sorunudur. Türkiye, tarihinin en sıkıntılı, en derin krizlerinden birini yaşıyor. Yanlış hesap Şam’dan döndü.
Değerli milletvekilleri, sorumluluklarınızdan kaçabilirsiniz ancak sorumluluklarınızdan kaçmanın sonuçlarından kaçamazsınız. Hükûmete önerim, artık, battığı stratejik derinlik çukurundan çıkmasıdır. El uzatın, tutalım, size yardım edelim. Biz bu toprakların sevdalısıyız; Türkiye’nin menfaati için her şeyi yapmaya hazırız.
Artık, Gazi Mustafa Kemal’in “Yurtta barış, dünyada barış.” ilkesine sarılın. Bu çerçevede, Suriye’deki çatışmasızlık bir fırsattır. Bunun kalıcı bir ateşkese dönüşmesine destek verin. Stratejik çıkarlarımızdan ödün vermeyin ama ataşe de benzin dökmeyin. Düşmanlarımızın sayısını azaltmaya çalışın, mümkünse dostlarımızı artırmaya uğraşın. Aksi takdirde, Türkiye, bu kutuplaştırılmış hâliyle, dışarıdan gelecek her türlü kirli müdahalenin hedefi olacaktır, buna izin vermeyin.
VATANDAŞIN GELİRİ DOKUZ YIL ÖNCESİNE DÜŞTÜ
Değerli milletvekilleri, gerginliğin olağanüstü arttığı dördüncü fay hattı ekonomidir. Dünyada değişen konjonktürün yanı sıra, dış ilişkilerimizde, toplumsal ve kurumsal yapımızda biriken gerginlikler ekonomimizde ciddi bir güvensizlik yaratmıştır. Şubat ayında Ekonomik Güven Endeksi tarihî dip seviyelerini görmüştür. AKP’nin izlediği el atına binip çalım satan ekonomi modeli artık tıkanmıştır. Geliri artırarak değil, vatandaşı borca batırarak ekonomiyi büyütmeyi hedefleyen bu strateji artık çalışmamaktadır. Dünyada para bol ve ucuz iken sanal bir refah algısı yaratan bu model, dışarıda hava bozulduğunda aileleri, şirketleri yüksek borçlarla, işsizlik ve iflas riskiyle baş başa bırakmıştır. Bugün ekonomide özellikle 4 alanda ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ekonomi büyümüyor, vatandaşın geliri artmıyor, döviz dengesi bozuluyor, gelir ve servet dağılımında adaletsizlik artıyor, maliye politikası göründüğü kadar disiplinli değil, örtük riskler biriktiriyor. Türkiye’nin yepyeni bir bölüşüm stratejisine duyduğu ihtiyaç her geçen gün artıyor.
Değerli milletvekilleri, AKP “Ustalaştım.” dedikçe büyüme düşmüştür. Kalfalık ve ustalık döneminde büyüme yüzde 3,3’e kadar gerilemiştir. Artık vatandaşın geliri artmıyor. 2015’te kişi başına gelir 2007 seviyesine inerek 9.286 dolar oldu. Vatandaşın geliri dokuz yıl öncesine düştü. Oysa AKP, 2011 seçimlerinden önce her bir vatandaşa 2015 yılında 14 bin dolar gelir sözü vermişti. Söz verilen ile gerçekleşen arasındaki fark 4.714 dolar arkadaşlar. Her bir vatandaşımıza 4.714 dolar borçlu kaldınız. Bu paralar nereye gitti arkadaşlar? Hani söz verdik mi yaparız diyordunuz? Atıcılıkta meşhur Teyyo Pehlivan’a bile rahmet okuttunuz.
BU BÜTÇENİN DAYANDIĞI OVP HEDEFLERİ GERÇEKÇİ DEĞİLDİR
Sayın milletvekilleri, bu bütçenin dayandığı üç yıllık Orta Vadeli Program hedefleri gerçekçi değildir. “2016’da ekonomi yüzde 4,5 büyüyecek.” diyorsunuz. Oysa büyüme üzerinde ilave riskler sürekli artıyor. Biraz önce Sayın Babacan 2015 büyümesiyle ilgili burada “Yüzde 4 olacak, dünya şu kadar büyürken biz bu kadar büyüdük.” dedi. Sayın Babacan, orada tarım sektörünün katkısına bakmanızı isterim. Olağanüstü dünyadaki elverişli konjonktürde yüksek bir katkısı var tarımın ama 2016’da tarım büyümeye bu katkıyı yapmayacak. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya son dokuz yüz yılın en büyük kuraklık tehdidiyle karşı karşıya. Diğer taraftan, Rusya’yla yaşanan krizin etkilerinin beklenenden daha fazla olacağı anlaşılıyor. Sadece ocak ayında Rusya’ya yapılan ihracat yüzde 66 düştü.
Turizmde de işler iyi değil. Turizmin başkenti Antalya’da sektör temsilcileri kan ağlıyor. Korkarım, 2016 büyüme hedefine ulaşmak çok zor olacak ama diğer taraftan şu getirdiğiniz orta vadeli programda hedefler de son derece iddiasız.
Değerli milletvekilleri, programın sona erdiği 2018 yılında yani bugünden üç yıl sonra kişi başına gelirin 10.659 dolar olacağını söylüyorsunuz. Arkadaşlar, kişi başına gelir biliyor musunuz 2008’de ne kadar? 10.444 dolar. Az gidiyoruz, uz gidiyoruz, 10 yıl önceki gelir seviyesine ancak 2018’de geliyoruz. Bunu hedef diye koymaya insan utanır arkadaşlar.
KUR RİSKİ EKONOMİNİN ÜZERİNDE DEMOKLES’İN KILICI GİBİ SALLANIYOR
Değerli milletvekilleri, mevcut neoliberal politikaların oluşturduğu bir diğer fay hattı, ekonominin dış dengesi döviz dengesi üzerindedir. 1950’den 2002’ye kadar Türkiye’yi 40 ayrı hükûmet yönetti. Bu hükûmetler döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 4,8 oldu. Aynı dönemde cari açığın millî gelire oranı sadece yüzde 1’di. AKP döneminde ise Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 4,7 olurken cari açığın millî gelire oranı yüzde 5,3’e yükseldi. Türkiye, AKP döneminde dışarıdan çok daha fazla borçlanarak ve cumhuriyetin eserlerini yapancılara satarak büyüyebildi. Her bir vatandaşın küresel faiz lobilerine borcu patladı. Gelinen noktayı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının uluslararası yatırım pozisyonu rakamlarıyla dikkatinize sunmak isterim.
Türkiye’de yaşayanların dış dünyaya toplam döviz yükümlülüğü 2002’de 148 milyar dolardı, 2015’te bu rakam 602 milyar dolara sıçradı. AKP elinde ülkenin döviz yükümlülüğü 4 kat arttı, millî gelire oranı da yüzde 64’ten yüzde 83’e çıktı. Yani böyle bakarsanız biraz önce “Yüzde 75’ten yüzde 30’a dış borçları düşürdük.” hikâyesi çok daha farklı görünür. Bu borç tarlada çalışan Mehmet’in, fabrikadaki Ayşe’nin, sizin, benim, tüm şirketlerin ve devletin değerli arkadaşlar. “Finanse edildikçe yani borçla kapatıldığı sürece dış açıklar sorun değildir.” diyen AKP paradigması bizi bugünlere getirmiştir.
Bakın değerli milletvekilleri, elimde AKP’nin, el oğlunun parasıyla ekonomiyi nasıl şişirmeye çalıştığını gösteren resmî bir evrak var. Bir Başbakanlık kararnamesi bu, Resmî Gazete’de yayım tarihi 16 Haziran 2009. Bu kararnamenin altında, o günün Dışişleri Bakanı, bugünün Sayın Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun da imzası var. Bu kararnameyle AKP, döviz kazancı olmayan şirketlere dövizle borçlanma izni veriyor. İşte, bununla şirketlerin döviz bilançosunu hızla bozdunuz. Bu kararın yayımlandığı 2009’da 67 milyar dolar olan şirketlerin net döviz borcu, 2015’te 184 milyar dolara sıçradı. Türkiye, dünyada, şirketleri dövizle en hızlı borçlanan ilk 5 ekonomi arasına girdi. Bu da sizi bugün dünyanın en kırılgan 5 ekonomisinden biri yaptı. Bugün kazancı Türk lirası, borcu dolar olan şirketler Türk lirası değer yitirdikçe borcunu ödeyemiyor, kur riski ekonominin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.
CİDDİ İFLASLAR VE İŞTEN ÇIKARMALAR BAŞLADI
Sadece dış borçlar değil, içeride de ailelerin, şirketlerin borçları hızla arttı. Size, unuttuğunuz, sıkıntılar içinde boğuşan esnafımızın bir düsturunu hatırlatayım: “İtimadı lütuf sanıp borca sarılma, sonra bu borçlar istenecektir, darılma.” İyi günlerde bu düstur hatırlanmaz ancak değirmenin suyu azaldıkça şirketler borcu ödemekte zorlanır, iflaslar başlar. Aileler krediyle aldıkları evin tapusunu, arabanın ruhsatını bankalara kaptırıverir. Tüm bu hengamenin altında toplumun en yoksul kesimleri kalır. Bakın, buradan firma isimleri vermek istemiyoruz ancak çeşitli sektörlerde ciddi iflaslar ve işten çıkarmalar başladı. Turizmdeki sıkıntıları daha önce söyledim. Gıda ve tekstil sektörlerinde iflas erteleme talepleri üst üste geliyor. Geçen sene bankaların tahsil edemediği alacakları yüzde 33 artarak 47 milyar Türk lirasına çıkmış. Bu, 2009 krizinden bu yana yaşanan en yüksek artış. Varlık yönetim şirketlerindeki tahsil edilemeyen alacaklarla beraber vatandaşların ödeyemediği borç 70 milyar Türk lirası, eski parayla 70 katrilyon lira. Tüm bu rakamlar vatandaşın borcunu ödemekte zorlandığını açıkça gösteriyor.
Değerli milletvekilleri, AKP Türkiye’nin döviz dengesini bozmakla kalmadı, kötü günler için ihtiyat akçesi de ayıramadı. Merkez Bankası kasasındaki net döviz rezervi 7 Mart 2016 itibarıyla sadece 26,2 milyar dolar, net rezervler iki aylık ithalatımıza bile yetmiyor. Böyle giderse çok kısa zamanda faiz lobisinin kucağına düşüveririz. Oysa, cumhuriyetin 57 milyar dolarlık kamu varlığı sizin döneminizde satıldı. Bu paralar Merkez Bankası kasasına girmediyse nereye gitti? Anlaşılan bu paralar yol oldu.
Değerli milletvekilleri, el atına binen tez iner. Bakın, geçen sene bunu gördük. 2015’te cari açık 42,5 milyar dolardan 32 milyar dolara indi. Bunu övünerek söylüyorsunuz. Bu, bu büyük ölçüde, aslında uluslararası emtia fiyatlarındaki düşüşten kaynaklandı. Ancak düşen cari açığı kaynağı bilinen, görünen finansman kalemleriyle kapatamadık. Cari açık bir yıl öncesine göre 11 milyar dolar azaldı ama kaynağı belli finansman 31 milyar dolar düştü. Bu, dış piyasaların bize finans sağlama ihtiyacının cari açıktaki daralmadan çok daha hızlı gerilediğini gösteriyor. 2015’te ülkeye 9 milyar 700 milyon dolar kaynağı belirli olmayan para girdi. Bu, tüm cumhuriyet döneminde bir yılda kaydedilen en yüksek kaynağı belirsiz para girişidir arkadaşlar. Ama, rekor düzeydeki kaynağı belirsiz para girişi de cari açığı karşılamaya yetmedi. 2015’te devletin kasasındaki dövizden 11 milyar 800 milyon dolar harcandı. Bu da 2001 krizinden bu yana tek bir yılda gerçekleşen en yüksek rezerv erimesidir. 2015’te ödemeler dengesi hazırdan yiyerek tutturuldu. Bu, sürdürülebilir bir durum değildir, derhâl tedbir alınması gerekir.
Değerli milletvekilleri, burada şunu ifade etmeden geçemeyeceğim: Son yıllarda olağanüstü boyutlara ulaşan kaynağı belirsiz para girişleri ileride Türkiye’nin başını ciddi şekilde ağrıtabilir. Konu, Merkez Bankası raporlarındaki kutucuklarla geçiştirilemeyecek kadar ciddidir. 1980’den 2002’ye kadar geçen yirmi iki yılda Türkiye’ye giren kaynağı belirsiz paranın toplamı sıfırdır arkadaşlar, sıfır, yanlış duymadınız. 2003 ile 2015 arasında yani AKP iktidarında ülkeye giren kaynağı belirsiz paranın toplamı ise 29,4 milyar dolara ulaşmıştır, bunun da neredeyse üçte 1’i 2015’te gelmiştir. Bize benzer ekonomilerden Brezilya’da ya da Güney Afrika’da böyle bir tablo yok. Türkiye’nin itibarına halel gelmemesi için Meclisimizin bu konuya eğilmesi gerekir.
SANAYİ ERİYOR, TARIM KAN KAYBEDİYOR
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinde ikinci büyük kırılganlık noktası, zayıflayan üretim tabanı ve artan ithalat bağımlılığıdır. Türkiye’de sanayi erimekte, tarım kan kaybetmektedir, her sektörden üreticiler büyük sıkıntılar içindedir. Paranın bol ve ucuz olduğu dönemde AKP, küresel sermaye hareketlerini yönetememiştir, rekabet gücümüzün erimesine seyirci kalmıştır. Sadece son bir yılda küresel rekabet gücü endeksinde Türkiye 6 basamak birden düşerek 51’inci sıraya gerilemiştir. Ülkenin sanayi tabanı erimektedir, sanayicilerimiz AVM’ci veya inşaatçı oldular, dışarıdan faizle alınan dış borçlar bu sektörlere aktarıldı. 2002’de 53 olan alışveriş merkezi sayısı bugün 361’e çıktı. Ülkemiz tam bir AVM ekonomisine dönüştü. Sadece İstanbul’daki alışveriş merkezi sayısı 103. Bu, Londra, Berlin ve Paris’teki AVM’leri topladığınızda bunların toplamından fazla. Şimdi, bu durumdan büyük sanayicilerimiz bile şikâyetçidir. Bu yanlış tercihler ekonomide verimlilik artışının da önünü tıkamıştır, toplam faktör verimliliği 2007 seviyesinin bile altındadır. Dünya, Dördüncü Sanayi Devrimi’ne adımı atarken Türkiye AVM ve inşaat ekonomisine takılıp kalmıştır. Bugün dünya yapay zekâ, robotik, üç boyutlu yazıcılar, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi yeni ve çığır açan teknolojileri konuşuyor, mevcut iktidar ise bu çerçevede sadece ve sadece İkinci Sanayi Devrimi’ne ait otomobil üretimini ortaya koyabiliyor ancak bunda da işe hile karışıyor. “Yerli otomobil.” diyorlar milletin önüne çakma bir prototip koyuyorlar. Korkarım bu vizyonsuzluk ve kurnazlıklarla Türkiye Dördüncü Sanayi Devrimi’ni de kaçıracak.
AKP, sadece sanayiyi değil, tarım devriminin yapıldığı bu topraklarda tarımı da bitirdi. Çiftçi iki Trakya büyüklüğündeki tarım arazisini AKP döneminde ekmez oldu, bu iktidar döneminde saman bile ithal ettik. Besicilerimiz perişan, para kazanamıyor; vatandaşımız perişan, gücü et almaya yetmiyor. “Her şeyin doğrusunu piyasa bilir.” derken sonunda ete narh koyuldu ancak 1 kilo et markette hâlâ 35-40 lira. Yine, şu günlerde en kaliteli sütün üretildiği Trakya’da süt üreticilerine bir dokunun, bin ah işitirsiniz. Sanayiciler, birlikler sütün litresine yirmi ay önce Süt Konseyinin belirlediği fiyatın altında fiyat veriyor. Yemden alınan KDV indirildi, tam süt üreticisi biraz soluklanacak dedik, bu sefer yem üreticileri maliyetlerindeki artışları gerekçe göstererek KDV indirimi kadar zam yaptılar. Yemdeki KDV indirimi süt üreticisinin değil, yem üreticisinin cebine girdi. Yem fiyatı düşmedi, süt fiyatı düştü; süt üreticisi mağdur oldu. Yine, toplumun en dar gelirli kesimi olan orman köylüsünü, çıkardığınız yönetmelikle ormandan çıkarıp atmaya çalışıyorsunuz. Doğru düzgün emeklilik hakkı bile olmayan bu kesimi daha fazla mağdur etmeyin.
TÜRKİYE GELİRİN EN ADALETSİZ DAĞILDIĞI ÜÇÜNCÜ EKONOMİ
Değerli milletvekilleri, ekonomide çok büyük sorunlar yaratacak bir diğer fay hattı, bozulan servet ve gelir dağılımıdır; bu, aynı zamanda küresel bir sorundur. Dünya üzerinde 3 milyar 600 milyon insanın servetini alt alta toplasanız en zengin 62 kişinin servetine erişemiyor. Zengini daha zengin yapan neoliberal politikalar son otuz yılda dünyada büyük bir adaletsizliğin kapısını açtı ancak paradan paranın kazanıldığı, kupon arazilerle rant kovalandığı, özelleştirmenin yandaşlara peşkeş çekildiği, yolsuzlukların cezasız kaldığı, ahbap çavuş kapitalizminin uygulandığı ülkelerde servet dağılımındaki bozulma çok daha sert oldu. Bunların yaşandığı ülkelerden birisi de bizim ülkemiz. Nitekim, Küresel Servet Raporu’na göre, Rusya’nın ardından servet dağılımının en bozuk olduğu ülke Türkiye; Rusya ve Türkiye yan yana. 2002’de Türkiye’deki en zengin yüzde 1, toplam millî servetin yüzde 39’una sahipken 2014’te millî servetin yüzde 54’üne sahip hâle gelmiş. Geçtiğimiz günlerde Forbes dergisi milyarder listelerini açıkladı, ilginç sonuçlar var. Millî geliri bizden 6 kat büyük olan Japonya’nın dolar milyarderi sayısı Türkiye’den daha az; Türkiye’de dolar milyarderi sayısı 30, Japonya’da 27. Diğer taraftan, Türkiye, OECD üyesi ülkelerin içinde, gelirin en adaletsiz dağıldığı üçüncü ekonomi.
Sayın milletvekilleri, servet ve gelir dağılımındaki adaletsizlik büyümeyi de tehdit eder. Arkadaşlar, hatırlayın lütfen, çocukluğumuzda misket oynarken misketler tek elde toplandığında oyun biterdi. Millî servet de tek elde toplandığı zaman oyun biter yani büyüme yavaşlar, durur. Oyunun sürebilmesi için bu servetin bir şekilde yeniden paylaşılması gerekir. Şimdi, tüm dünyada bu tartışma yaşanıyor; ülkemizde ve dışarıda büyük iş adamları yeniden paylaşımın gerekliliğini dile getirmeye başladılar.
TOPRAK RANTLARI ZİRVE YAPTI, KAMU MALLARI HARAÇ MEZAT SATILDI
Değerli milletvekilleri, AKP döneminde yazı gelince faiz lobisi kazanmış, tura gelince millet kaybetmiştir. Toprak rantları zirve yapmış, kamu malları haraç mezat satılmıştır. Ağızlarından faiz lobisini düşürmeyenler, faiz lobisinin vergi yükünü azaltacak düzenlemeleri hiç çekinmeden yaparken vergilerle ve kamu zamlarıyla vatandaşa yüklenmiştir. Bu dönem, Meclis açılır açılmaz iktidarın ilk işi faiz lobisinin vergi yükünü azaltacak düzenlemeyi yapmak olmuştur ama aynı iktidar asgari ücretliye verdiği 1.300 liradan alacağı vergiyi nedense düşürememektedir. Bu nedenle, ekim ayından itibaren asgari ücretlinin aldığı ücret 1.300 liradan 1.230 liraya düşecektir.
Şimdi, şu meşhur faiz lobisine kimler, ne kadar ödeme yapmış, bir bakalım. Biraz önce Sayın Bakan faiz ödemelerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranını söyledi. Şimdi, faiz lobisine ödemeyi gayrisafi yurt içi hasılaya oranla yapmıyorsunuz, dolarla yapıyorsunuz. Ben de size dolarla ne rakamlar var, onları anlatmaya çalışacağım. 1975 yılından 2002 yılına kadar geçen yirmi sekiz yılda devlet bütçesinden yapılan faiz ödemesi 251 milyar dolardır, yirmi sekiz yılda yani bölerseniz yılda ortalama 9 milyar dolar faiz ödemesi yapılmıştır. AKP döneminde ise 2003’ten 2015’e kadar faiz lobilerine 409 milyar dolar ödeme yapılmış yani on iki yılda 409 milyar dolar; yirmi sekiz yılda 251 milyar dolar, on iki yılda 409 milyar dolar. Her yıl ortalama 31,5 milyar dolar faiz lobisinin cebine konmuş. On üç yılda ödenen faiz, yirmi sekiz yılda ödenenin 1,6 katına, yıllık ortalama ödemeyse 3 katına ulaşmış; eser ortada, faiz lobisi AKP iktidarı döneminde ihya olmuş.
3 MÜ BÜYÜK, 4 MÜ BÜYÜK?
Değerli milletvekilleri, ekonomide bir de sütre gerisinde kalan bir fay hattı var; kamu maliyesi. Biraz önce Sayın Bülent Turan burada bir konuşma yaptı ve özellikle, kamu maliyesinin ne kadar iyileştiğinden bahsetti. Bu arada, sosyal güvenlik açıklarına da değindi ve Genel Başkanımızın döneminde sosyal güvenlik açıklarının büyük olduğundan söz etti. Şimdi, Sayın Turan, bunları söylüyorsunuz da rakamlara bakmıyorsunuz, sıkıntı burada. 1999 yılında -yani o zaman, Sayın Genel Başkanımız Sosyal Sigortalar Genel Müdürüydü, ben de Devlet Planlama Teşkilatında İktisadi Planlama Genel Müdürüydüm- sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmak için bütçeden yapılan transferler 2 milyar 750 milyon liraydı, 2015 yılında sosyal güvenlik açıklarını kapatmak için yapılan transfer 80 milyar 629 milyon lira. Şimdi soruyorum: 2 milyar mı büyük, 80 milyar mı? Ha, diyeceksiniz ki: “Enflasyon oldu, onun için, bunlara böyle bakmayalım, millî gelire oran olarak bakalım.” Evet, millî gelire oran olarak bakalım; 1999 yılında bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 3,5; 2015 yılında yapılan transferlerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı ise yüzde 4,15.
Şimdi, arkadaşlar, 3 mü büyük, 4 mü büyük? Değerli arkadaşlar, bir şey söyleyeceksiniz lütfen rakamlara bakarak konuşun. Bakın, bu sosyal güvenlik meselesi, sosyal güvenlik döneminde yapılan işler… Bunların hepsi denetimden geçti, bunların hepsinin açık seçik raporları var. Hiçbir kusur, hiçbir usulsüzlük Genel Başkanımıza ithaf edilmedi; bunu böyle bilin. Ama, sizin döneminiz incelendiğinde bakalım ortaya neler çıkacak. Evet, şimdi, son dönemde hâkim olan yaklaşım şu: Kamu maliyesinde sadece faiz dışı fazlaya bakarak “İşler iyi gidiyor.” diyoruz, “Bütçe disiplini sağlandı.” diyoruz.
Değerli milletvekilleri, oysa bütçede son beş yıldaki faiz dışı fazlaları toplayın, bundan bir defalık gelir ve harcamaları düşün fazlanın yüzde 60’ı yok olur. Diğer tarafta, senelerdir devam eden yedek ödenek mekanizmasının istismarı var ve Sayıştay denetiminden kaçma olayları var. Bunların hepsi başlı başına bir mali disiplinsizliktir.
Yine son yıllarda devletin sağlık, ulaştırma, enerji gibi birtakım asli fonksiyonları kapsamındaki harcamaları “kamu-özel iş birliği” denerek bütçe dışına taşındı, faiz dışı harcamalar daha düşük gösterildi. Bu yöntem uygulanmasın demiyorum arkadaşlar ama istismar ediyorsunuz.
Bakın, arkadaşlar, elimde Kalkınma Bakanlığının “Dünyada ve Türkiye’de Kamu-Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler 2015” isimli bir raporunun belli bölümleri var. Bu raporu tüm milletvekillerimizin okumasını tavsiye ederim. Ben, Hükûmeti bu kürsüden, yaptığım basın açıklamalarıyla pek çok kez uyarmıştım, anlaşılan, şimdi de bürokratlar saati hızla ilerleyen zaman ayarlı bu bomba konusunda Hükûmeti uyarma ihtiyacı hissediyorlar.
Değerli milletvekilleri, şu anda kamu-özel iş birliği çerçevesinde işletmede olan veya devam eden toplam 198 proje var. Bu projelerin sözleşme büyüklüğü 115 milyar doları geçmiş durumda yani öyle küçük rakamlardan söz etmiyoruz. Bu projeler yapılırken devlet, özel sektöre birtakım talep ve finansman garantileri verdi, yetmedi, özel kesim projeyi tamamlayamazsa alınan borçların devlet tarafından üstlenilmesi için düzenleme yapıldı. Şimdi, bürokrat uyarıyor “Küresel sistemde fon bulmak daha zorlaştı. Bu projelerin için bankalar dışında alternatif finansman kaynakları bulmazsanız zorlanacaksınız.” diyor, bununla da yetinmiyor “Bütçeyi sağlam tutabilmek için verdiğiniz garantilere ve borç üstlenimlerine dikkat edin.” diyor. Bu konuda bankacılarımız da rahatsız. Bankacılık sisteminin üzerine bu tür projelerle taşıyabileceğinden daha fazla yük yüklerseniz bunun altında beraberce kalırız.” diyerek Hükûmeti uyarıyorlar.
Biraz önce burada konuşan hatip, bu büyük projelerin gerçekleştirilebileceğini söyledi. Değerli arkadaşlar, şunu açıkça ifade edeyim: Dünyada fon bulmakta giderek zorlanıyorsunuz bu projeler giderek büyük sıkıntı içine gidiyor. Öyle anlaşılıyor ki, şu anda, başta kamu bankaları olmak üzere yerli bankalara baskı yapıyorsunuz. O nedenle de ben, artık “Bankaların durumu iyi.” söylemine de çok fazla katılamaz duruma geliyorum. Tüm bu uyarılar sıkıntının giderek arttığına işaret ediyor. Kamu dengesinde gizli, örtük yükümlülükler bugüne kadar halının altına gizlendi ancak artık halının altından kokular gelir.
Ben bunları çok daha önceden gördüm. 2013 yılında Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu ve İzmit Körfez geçişine ilişkin, 24 Ocak 2013’te, Sayın Bakan Binali Yıldırım’ın cevaplaması için bir soru önergesi verdim. Soru önergeme bugüne kadar cevap alamadım. Bu defa Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde Bakanlığa vatandaş olarak başvurdum, buna da cevap alamadım. Bunun üzerine Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna iki kez başvurdum ancak sorularıma yine yanıt alamadım. Ağzından “millet iradesi”ni düşürmeyenler, ne millete ne de milletin vekiline nedense cevap vermediler.
Şimdi, ben, buradan, Sayın Bakana ve Hükûmete soruyorum: İstanbul’dan İzmir’e gidecek bir araba bu projenin güzergâhını ve köprüyü kullandığında toplamda ne kadar ücret ödeyecek? Bu proje kapsamında kamu idaresi yüklenici firmaya kaç araç ve ne kadar ücret garantisi verdi? Proje kapsamında yüklenici firma ne kadar dış finansman kullandı? Neden bu projenin ihalesini yaptıktan sonra Borçlanma Kanunu’nda değişiklik yaparak borçların devlet tarafından üstlenilebilmesinin önünü açtınız? İhaleden sonra şirket lehine kural değiştirmek ihaleye fesat karıştırmak değil midir?
TÜRKİYE’NİN YENİ BİR SİYASET ANLAYIŞINA İHTİYACI VAR
Değerli milletvekilleri, küresel konjonktürün her gün değiştiği, fırtınalarla sarsıldığı bir dönemdeyiz. Bölgemizde devletler ve sınırlar parçalanmakta, jeopolitik riskler her geçen ağırlaşmaktadır. Dünyanın jeopolitik mimarisi yeni bir yol ayrımında. Yeni paylaşım savaşları hemen yanı başımızda. Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar milyonlarca umutsuz insan göç etmeye başladı. Göçmen ve mülteci krizi dünyanın bir numaralı sorunu oldu. Terörizm artık küresel bir tehdit ve hiçbir ülke bundan bağışık değil.
Diğer yanda, küresel kapitalist sistem en uzun durgunluklarından birini yaşıyor. Merkez bankaları trilyonlarca dolar basıyor ama bir etkisi olmuyor. Krizin yükü devlet hazinelerinin üstüne yüklenmiş vaziyette. Krizin merkez üssü olan Amerika nispeten toparlanıyor ama bu dış finansman ihtiyacı yüksek ekonomiler için kötü haber oluyor. Çin başta olmak üzere gelişen ve yükselen ekonomilerdeki büyüme hız kesiyor.
Ekonomik hoşnutsuzluklar küresel siyaseti de etkileyemeye başlıyor. Merkez partileri zayıflarken popülist, radikal partiler prim yapar hâle geliyor. Kısacası, Karl Marx’ın tabiriyle, katı olan her şeyin buharlaşıp uçtuğu günlerin içindeyiz.
Küresel sistem yeni bir denge arıyor. İşte, böylesine kritik bir kavşakta toplumsal yaşamımız da kurumsal yapımız da komşularla ilişkilerimiz de ve ekonomideki kırılganlıklar bu ağırlığı kaldırır mı? Benim ciddi kaygılarım var. Buradan çıkış için Türkiye’nin yeni bir siyaset anlayışına, yeni bir büyüme bölüşüm modeline ihtiyacı var. Bu ihtiyacın tartışılacağı, müzakere edileceği ve karşılanacağı adres siyaset kurumudur. Siyaset kurumu milletin bu ihtiyacına cevap vermek zorundadır.
Bu çerçevede, ülkede hâkim kılınan nefret dilinden, kutuplaştırma siyasetinden artık vazgeçilmesi gerekiyor. Siyasi belirsizliği artıran başkanlık sistemi tartışmalarını bir kenara bırakıp parlamenter sistemi güçlendirecek düzenlemeleri görüşmek lazım.
Hukuku, adaleti bu ülkede yeniden egemen kılacak önlemlere bakalım. Bunun için üzerinde tüm partilerin anlaştığı 60 Anayasa maddesine yargı bağımsızlığını güçlendirecek hükümleri de ekleyelim. Bunları hızla Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirelim. Özgürlük alanlarımızı genişletelim. Artık birinci sınıf demokrasiye geçelim. Darbe döneminden kalan veya sonradan getirilen demokrasi ve özgürlükleri kısıtlayan mevzuatı temizleyelim. Bu ülkede hiç kimse kimliği nedeniyle dışlanmasın veya ayrıcalıklı sayılmasın. Bu ülkeye yakışan AB standartlarında yeni bir kamu ihale kanunu çıkaralım. Ülkede siyasetçiye ve siyasete itibar kazandıracak bir siyasi etik yasasını çıkaralım. Ülkemizin uluslararası yarışma gücünü artıracak yapısal reformları tartışalım, yapılıp bozulanları hızla düzeltelim. Ekonominin ihtiyaç duyduğu üretken yatırımları, verimliliği ve nitelikli istihdamı artıracak tedbirleri konuşalım. Türkiye’yi yüksek teknoloji içeren ürünleri üretip ihraç eden bir ekonomi hâline nasıl getiririz, bunu tartışalım. Bilgi toplumunun bireylerini yetiştirmenin mücadelesini verelim. İş gücünün eğitim seviyesini ekonominin ihtiyacına uygun hâle getirmenin gereklerini yapalım. Millî servetin daha adil ve dengeli dağılımını sağlayacak, büyümeyi yeniden hızlandıracak yeni bir paylaşım modelini konuşalım. Yeni modelde daha gelir oluşma aşamasına gelmeden önce adil paylaşımı nasıl sağlarız, bunu tartışalım. Gelir oluştuktan sonra ortaya çıkan adaletsizlikleri nasıl törpüleriz, bunu konuşalım. Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına fırsat eşitliğini sunacak koşulları ve hak tabanlı sosyal destekleri yeniden ele alalım. Bu ülkede iş gücü güvenliğini sağlamak ve geliri hakça paylaşmak için çalışma yaşamında örgütlülüğü güçlendirecek önlemleri ele alalım. Siyaset kurumu olarak servet vergisi, rant vergisi de dâhil olmak üzere, çok kazananın daha çok vergi ödeyeceği bir vergi reformunu artık müzakere edelim. Kamu eliyle zengin yaratma dönemine son verelim. AB çapasından istikrar ve güven için nasıl yararlanacağımızı tartışalım. Siyaset bunları tartışmaya ve reformları yapmaya başlarsa ülkede hava hızla değişir, Türkiye yeniden üretmeye ve zenginleşmeye başlar.
ALATURKA BİR BAŞKANLIK SİSTEMİ DAYATILMAK İSTENİYOR
Ancak değerli milletvekilleri, içeride her alanda kırılganlıkların arttığı, dışarıdaysa yeni bir ekonomik kriz riskinin ciddiyetini koruduğu bir dönemde Türkiye’ye alaturka bir başkanlık sistemi dayatılmak istenmektedir. Bu çaba artık her türlü mantık sınırını zorlamaktadır. Ülkemiz âdeta bilinçli bir senaryoyla adım adım büyük bir krize doğru sürüklenmektedir. Üzülerek görüyorum ki, bu çatı altındaki iki parti büyük bir vesayet altındadır. Hem Hükûmet hem de iktidar grubu saray vesayeti altında milletin kendilerine verdiği yetkiyi sahiplenemiyor, kullanamıyor. Saray bürokratları milletin seçtiklerine ayar veriyorlar. HDP ise İmralı ve Kandil’in vesayeti altında Türkiye partisi olmaktan uzaklaşıp her geçen gün biraz daha çukur siyasetine hapsoluyor. Bu, toplumda derin bir umutsuzluk ve kaygı yaratıyor. Siyaset kurumu ve Meclis, toplumun kaygılarına yanıt veremiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bu memleketteki her bir yurttaşa huzur ve güven verme borcumuz var, buna mecburuz. Vatandaşlarımız Ankara’ya baktığında, sorunlarını bilen, “Verdiğim vekaleti kullanmaya muktedir bir Meclis var.” diyebilmelidir. Milletin vekilleri her türlü vesayetten kurtulup milletin hakkına, hukukuna, geleceğine sahip çıkmalıdır. Bu, hepimize düşen tarihî bir görev ve sorumluluktur.
Değerli milletvekilleri, AKP’nin klasikleşmiş, alelusul bütçe yapma yaklaşımıyla hazırlanan, milletin ihtiyacına cevap vermekten de uzak olan 2016 Bütçe Kanunu Tasarısı’na ret oyu vereceğimizi ifade ediyor, her şeye rağmen bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Sözlerimi bitirirken Genel Kurulu, sizi ve televizyonlarının başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum.