YAŞANANLAR DIŞ POLİTİKADA BECERİKSİZLİĞİN AÇIK GÖSTERGESİ
“IRAK’TA BİR ARAYA GELEMEYECEK TÜM AKTÖRLER HEP BERABER TÜRKİYE’Yİ İSTENMEYEN ÜLKE İLAN ETTİ”
“BU, DIŞ POLİTİKADA BECERİKSİZLİĞİN AÇIK GÖSTERGESİ”
“SIĞINMACI SORUNU ‘AL PARAYI-TUT SIĞINMACIYI’ ŞEKLİNDE BİR PAZARLIĞA DÖNÜŞTÜRÜLEMEZ”
“SIĞINMACILARIN AVRUPA’YA KONTROLLÜ KABULÜ ÜZERİNDE ÇALIŞILMASI, 3 MİLYAR AVRODAN DAHA DEĞERLİ OLUR”
“BEŞTEPE’DEKI SARAYDAN İKİ REFERANDUM YAPALIM TALEPLERİ GELMEYE BAŞLADI”
“TÜRKİYE VE MİLLET 2014’TEN BU YANA SEÇİMDEN YORULMUŞKEN 2016’YI DA KAYBETME OLASILIĞI BELİRDİ”
ANKARA – CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, Hükümetin Türkiye’yi Irak topraklarında hem IŞİD terör örgütünün hem Irak Merkezi Yönetiminin hem de ABD yönetiminin istemediği ülke haline getirdiğini belirterek, “Bir araya gelmesi mümkün olmayan tüm bu aktörler şimdi Türkiye’yi Irak topraklarında istenmeyen ülke olarak ilan etti. Bu, AKP Hükümetinin dış politikadaki beceriksizliğinin ve iş bilmezliğinin açık göstergesidir” değerlendirmesinde bulundu..
Öztrak, Suriye’den gelen sığınmacıların durumunun bir insanlık dramına dönüştüğünü belirterek, bu konuda AB ile ortak çözüm arayışlarının önemini vurguladı. Suriyeli sığınmacıların “al parayı-tut sığınmacıları” şeklinde bir pazarlığa dönüşmesinin hoş görülemeyeceğini ifade eden Öztrak, “Biz, Türkiye’deki sığınmacıların kontrollü bir şekilde Avrupa’ya kabulüne dönük mekanizmalar üzerinde çalışılmasını, Türkiye’ye verileceği söylenen 3 milyar Avro’dan daha önemli buluruz” diye konuştu.
FED’in faiz kararını da değerlendiren Öztrak, artık ucuz ve bol para günlerinin bittiğini Türkiye’nin hata yapma alanının kalmadığını belirterek Hükümeti uyardı. Öztrak, “Siyasi belirsizlikler azaldı derken, Beştepe’deki Saraydan iki referandum yapalım talepleri gelmeye başladı. Türkiye ve millet 2014’ten bu yana seçimden yorulmuşken 2016’yı da kaybetme olasılığı belirdi” dedi.
Ülkenin kaderinin 13 yılı aşkın bir süredir aynı siyasi kadrolar tarafından elde tutulduğunu belirten CHP’li Öztrak TBMM’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
-DIŞ POLİTİKA ULUSAL OLMALI
Dış politika ulusal olmalı iç politika malzemesi haline getirilmemelidir. Dış politika iki şeyi kaldırmaz. Bunlardan ilki basiretsizlik yani hesap kitapsızlık, ikincisi ise maceraperestliktir. Dış politikanın kaldıramayacağı bu iki hatanın bedeli çok ama çok ağır olur. Dış politikadaki hataların bedelini tek bir kuşak ödemez. Bir kaç nesil birden öder. Cumhuriyeti kuran kuşaklar bunun acısını çok iyi bildiği için dış politikamızı sağlam bir ilkeyle çapalamıştır. Bu ilke “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesidir. Bu ilke sayesinde Türk dış politikası başka ülkelerin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlıklarına saygıyı içselleştirmiştir. Bu çapa, AKP hükümetlerine kadar öyle ya da böyle varlığını sürdürmüştür. Ancak ne zamanki Arap ve Kuzey Afrika coğrafyasında kaos ve kargaşa başlamış bu temel ilke ülkeyi yöneten AKP tarafından tamamen yırtılıp atılmıştır.
-YANLIŞ DIŞ POLITIKANIN FATURASI VAR
AKP elinde dış politikada hesap-kitap yapmak, yerini fırsatçılığa; sağduyu yerini, maceraperestliğe bırakmıştır. Bunun nedeni iktidar dış politikayı içeride kısa vadeli siyasi rant devşirmenin aracı olarak görmesidir. Bu fırsatçı ve maceraperest politikaların Türkiye’ye çıkardığı fatura her geçen gün kabarmaktadır. Türkiye giderek bölgesinde istenmeyen adam haline dönüşmektedir. Gün geçmiyor ki yeni bir ülkeyle kriz yaşamayalım, yeni bir sıkıntıya uyanmayalım.
-CUMHURBAŞKANI GÖRÜŞMELERİ DİNAMİTLEDİ
Son olarak Irak’ta ülkemizin içine düşürüldüğü durum gerçekten içler acısıdır. Musul’a yakın bir bölgede görevli askeri eğitim birliğinin değiştirilmesi sırasında ilgili devletle görüşülmeden oradaki askeri varlığımızı artırma girişimi ciddi bir risk yarattı. Irak merkezi yönetimi tepki gösterdi. Bağdat’a telefon üstüne telefon açıldı. Bu telefonlar yetmeyip Irak merkezi yönetimi işi BM’ye taşımaya karar verince bu sefer Bağdat’a üst düzey bir heyet gönderdiler. Giden heyet Irak’ta işleri yoluna koymaya ve ortamı yumuşatmaya çalışırken; bu sefer Cumhurbaşkanı sahne aldı. Cumhurbaşkanı “Gönderilen askerler yetmeyebilir, asker sayısını artırmak da gerekebilir” diyerek Irak’a giden heyetin görüşmelerini adeta dinamitledi.
-IRAK’TA İSTENMEYEN ÜLKE OLDUK
Cumhurbaşkanının verdiği beyanatın mürekkebi kurumadan bu defa Hükümet oradaki askerlerimizin tanzim ihtiyacının doğduğunu söyledi. Musul’a yakın bölgeden neden askerlerimizin bir kısmının apar topar geri çekildi. Tabii yapılan bu tanzimden sonra Başbakanın ABD yönetiminden teşekkür telefonları alması tanzimin başkalarının talebiyle yapıldığı izlenimine yol açtı. Ancak Irak Merkezi Yönetiminin ve ABD’nin bu tanzimi de yeterli bulmadığı askerlerimizin bölgeden tamamen çekilmesini talep ettiği gündeme düştü. Dün söz konusu kampa ciddi bir saldırı düzenlendi askerlerimiz yaralandı eğitim gören Iraklı iki asker hayatını kaybetti. Yaralı askerlerimize acil şifa yaşamını yitiren Iraklı askerlere Allah’tan rahmet diliyorum. Tüm bunlar dış politikada AKP zihniyetinin dış politikada işleri kulağını arkadan gösterek yürütmesinin ne kadar riskli olduğunu ve ülkemizin itibarını ve askerlerimizin hayatını ne kadar sıkıntıya soktuğunu ortaya koyuyor.
Hükümet Türkiye’yi Irak topraklarında hem IŞİD terör örgütünün hem Irak Merkezi Yönetiminin hem de ABD yönetiminin istemediği ülke haline getirdi. Bir araya gelmesi mümkün olmayan tüm bu aktörler şimdi Türkiye’yi Irak topraklarında istenmeyen ülke olarak ilan etti. Bu, AKP Hükümetinin dış politikadaki beceriksizliğinin ve iş bilmezliğinin açık göstergesidir. Hem hükümet hem de yetkisiz Cumhurbaşkanı arabayı atın önüne koymuşlardır. Baştan Bağdat ile gerekli koordinasyon sağlansaydı sorun olmayacak bir konu iki yönetim arasında kriz haline gelmiştir. Sonuç Hükümet ve Cumhurbaşkanı oradaki askerlerimizi risk altına sokmuşlar Türkiye’nin itibarını el birliğiyle zedelemişlerdir. Umarım bu yaşananlar, bölgede ilerleyen günlerde izlenecek başka maceracı politikaların nelere mal olacağı konusunda AKP Hükümetine bir fikir vermiştir.
KİBİRLERİ AKILLARININ ÖNÜNE GEÇTİ
Türkiye’nin, Suriye ve Irak gibi farklı kimlikleri bünyesinde barındıran komşularımıza dönük dış politikası ölçülü ve dengeli olmalıdır. Bu, sadece o ülkelerin değil, hem Türkiye’nin hem de bölgemizin güvenliği ve istikrarı için gereklidir. Türkiye’yi yöneten bu zevatın kibri akıllarının önüne geçmiş durumdadır. Emevi Camii’nde namaz kılma sözü veren bu hayalperestler; bugün Türkiye’nin 81 ilinin Suriyeli göçmenlerle dolmasına neden olmuştur. Yine “Ortadoğuda ve bölgede bizden habersiz kuş uçmaz” diye şişinenler şimdi Suriye semalarına yaklaşamaz hale gelmiştir.
CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKAN BİRBİRLERİNDEN ROL ÇALMAYA ÇALIŞIYOR
Kuzey komşumuz Rusya ile güney sınırlarımızda ciddi bir ihtilaf yaşıyoruz. Rusya’nın egemenlik haklarımızı ihlal etmesini elbette kabul etmeyiz. Türkiye egemen bir ülke olarak haklarını arayacak ve koruyacaktır. Bunda hiç bir şüphe yoktur. Ancak Rus uçağı düşürüldükten sonraki sürecin iyi yönetildiğini söylemek de mümkün değildir. Tıpkı Musul’a asker gönderme meselesinde olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı makamı ile Başbakanlık düşürülen Rus uçağı konusunda da birbirlerinden rol çalma kaygısına düşmüşlerdir.
CUMHURBAŞKANININ KENDİNE BAŞKANLIK POSTU ÇIKARMA ÇABASI
Daha kimse düşen uçağın cinsini ve milliyetini bilmezken Cumhurbaşkanlığından gelen mesaj ve ardından yaşanan zikzaklar Türkiye’nin sonraki tezlerine ciddi zarar vermiştir. Bugün Türkiye’de dış politikada yaşanan kaos ve kargaşanın ardında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendine başkanlık postu çıkarma çabalarının payını küçümseyemeyiz. Cumhurbaşkanının iç siyasete dönük şahsi çıkar hesapları Türkiye’yi dışarıda sürekli zor duruma düşürmektedir.
RUS HÜKÜMETİNİN KRİZİ TIRMANDIRMA GAYRETİ İKİ ÜLKEYE DE ZARAR VERİYOR
Bugün geldiğimiz noktada Rus Hükümeti yaşanan krizi kontrolsüz bir biçimde genişletmektedir. Spordan, ekonomiye; askeri iş birliğinden turizme kadar pek çok alanda Rusya ile ilişkiler adeta donma noktasına gelmiştir. Rusya sadece Doğu Akdeniz’de değil, Ege ve Marmara’da da bayrak göstermeye çalışmaktadır. Bunları hoş görüyle karşılamak mümkün değildir. Rus Hükümetinin krizi tırmandırma gayretleri sadece Türkiye’ye değil; Rus ekonomisine de zarar verir. Bunun faturasını, her iki ülkenin vatandaşları refah kaybı olarak öder.
Bakın bizim hesaplarımıza göre Rusya’nın ticaret ve turizmi engellemeye dönük kararlarının Türk ekonomisine maliyeti, bavul ticareti de dahil, en az 8,5 milyar doları bulacak. Boru hatlarında bakım, arıza denerek kesilebilecek Rus gazının üretim üzerinde yaratacağı maliyetleri düşünmek istemiyorum bile. Yine Suriye’den gelen göçmenler için bugüne kadar harcanan paranın 9 milyar doları bulduğunu bizzat Cumhurbaşkanı söyledi. Irak’ta iş yapan müteahhitlerimizin sıkıntılarının çok büyük olduğunu biliyoruz. Dış politikada yapılan hataların faturası vatandaşımızın işine aşına çıkmaya başlamıştır.
BU YÖNETİM ANLAYIŞIYLA 4 YIL NASIL GİDER?
Ateş çemberine dönmüş coğrafyamızda tüm ülkeleri kendine karşı hale getirmeyi başaran Cumhurbaşkanının ve partisi AKP’nin bu yönetim anlayışıyla Türkiye bir 4 yıl daha nasıl yönetilecek? Açıkçası ben ciddi kaygılar taşıyorum. Bugün Suriye ve Irak’ta yaşananlar Türkiye’ye de bulaşmaktadır. Bu bölgelerdeki vekalet savaşları Türkiye’ye ithal edilmeye çalışılmaktadır. Bugüne kadar kimlik siyaseti yaparak oy devşirmeye çalışanların da bu bölgede buna elverişli bir zemin oluşmasına katkı verdikleri unutulmamalıdır. Hem genel Başkanımız bu hafta grup toplantısında yaptığı konuşmada, hem de parti sözcümüz dün yaptığı basın açıklamasında bu konudaki partimizin görüşlerini açıkladılar.
HÜKÜMET VAAT ETTİĞİ GÜVENLİĞİ VE İSTİKRARI SAĞLAMALI
Okullarımız, camilerimiz teröristlerce yakılmaktadır. Sokaklarımıza hendekler kazılmakta, vatandaşımızın can ve mal güvenliği tehlikeye girmektedir. Buralarda artık milli eğitim verilememektedir, sağlık görevlilerimiz hastanelerde mahsurdur. Suriye’deki göçmenlere üzülürken, vatandaşlarımız kendi öz vatanımızda göçmen durumuna düşmektedir. Hükümet son seçimlerde “Canının, malının güvenliğini de, istikrarı da ben sağlarım” diyerek oy istediği vatandaşlarımıza vaat ettiklerini vermelidir.
MEZHEPÇİ VİZYON KENARA BIRAKILMALI
Türkiye’nin dış politikada saplandığı bataktan çıkmasının tek bir yol ve yöntemi vardır. O da ülkemizin yeniden öngörülebilir ve güvenilir bir ülke olmasıdır. Türkiye son yıllarda hem müttefikleri hem de diğer dostları için ön görülebilir ve güvenilir bir ülke olma vasfından uzaklaşmıştır. Türkiye bölgesinde yeniden öngörülebilir ve güvenilir bir ülke olacaksa bunun yol ve yordamı da bellidir. Dış politikamızı pranga altına alan mezhepçi vizyon derhal bir kenara bırakılmalıdır. Türkiye bölgesindeki mezhep savaşlarına barut taşıyamaz bunun vekalet savaşını yürütemez.
TÜRKİYE MEZHEP TEMSİLCİSİ GÖRÜNTÜSÜ VERMEMELİ
Bu çerçevede şunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Terörist ve terörizme karşı her türlü işbirliği elbette önemlidir, değerlidir. Suudi Arabistan önderliğinde kurulduğu söylenen Müslüman ülkelerden müteşekkil oluşuma Türkiye’nin de katıldığı anlaşılıyor. Ancak bu oluşumun profiline bakınca söz konusu girişimin samimiyeti konusunda ihtiyatlı olma ihtiyacı var. Türkiye, Suudi Arabistan’ın önderliğinde bir mezhebin temsilcisi görüntüsünü vermemelidir. Türkiye, Suudi Arabistan’ın bölgemizde kendi çıkarlarını tahkim etme girişiminin bir aktörü olmamalıdır. Türkiye geçmişte olduğu gibi gelecekte de bölgedeki din, mezhep, ırk veya başkaca bir aidiyet farkı gözetmeksizin tüm aktörlerle iletişim ve ilişki kurabilen bir ülke olmak zorundadır.
KRİZ BAZEN FIRSATTIR
Bu çerçevede Rusya ile yaşanan krizin bir hayrı olduysa o da Türkiye’nin geleneksel müttefiklik ilişkilerini hatırlaması olmuştur. Daha önceki krizlerde NATO’nun buralarda ne işi var diyenler, şimdi NATO’nun önemini anlamış görünmektedir. Yine Suriye ve mülteci krizlerinin ardından AB ile ilişkilerimizde yaşanan ilerlemeyi de elbette önemsiyoruz. Avrupalı muhataplarımızın tavrında bir değişiklik olduğunu gözlemliyoruz. Krizler bazen yeni fırsatları da beraberinde getirir. Umarım ve dilerim Rusya, Suriye ve mülteci krizleri Avrupa Birliği ile ilişkilerin yeniden rayına oturtulmasının yolunu açar.
3 MİLYAR AVRODAN DAHA DEĞERLİ
Ancak burada da şu hususlara dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Avrupa cenahı Suriye’de yaşanan trajediye uzunca bir süre gözlerini, kulaklarını kapattı. Ancak savaş uzayıp sığınmacılar Avrupa kapılarına dayanınca iş değişmeye başladı. Buna bir de Paris’te yaşanan terörist saldırılar eklenince Suriye’deki savaş güvenlik boyutuyla da Avrupa’ya taşındı. İşte böyle bir konjonktürde Türkiye, Avrupa için bir çözüm ortağı haline geldi. Türkiye halihazırda Suriye krizini en ağır yaşayan ülke. Türkiye bu insanlık trajedisinin ekonomik, sosyal ve güvenlik boyutlarıyla maliyetine uzunca bir süredir katlanıyor. Avrupa’yı da etkileyen bu insanlık dramına ortak çözüm arayışları elbette olağandır. Ancak bunun “al parayı-tut sığınmacıları” şeklinde bir uygulamaya dönüşmesini hoş görmek mümkün değildir. Bu anlayış AB’nin kendi değerleri ile de uyumlu değildir. Biz Türkiye’deki sığınmacıların kontrollü bir şekilde Avrupa’ya kabulüne dönük mekanizmalar üzerinde çalışılmasını, Türkiye’ye verileceği söylenen 3 milyar Avro’dan daha önemli buluruz.
3 BAŞLIK ÖNEMLİ
İkinci olarak sözüm hükümete. Hükümet bu meseleyi istismar ederek vatandaşlarımızda gereksiz bir beklenti yaratıyor. Başbakan; 2016’ının sonlarına doğru Türk vatandaşlarının kayıtsız, şartsız AB’ye vizesiz olarak gireceğine dönük müjdeler veriyor. Bu o kadar kolay değil. Başbakan konuyu istismar ediyor. AB’ye vizesiz giriş Türkiye’nin bir takım koşulları yerine getirilmesine bağlı. Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz girişi 70’e yakın koşulun Türkiye tarafından yerine getirilmesini gerektiriyor. AB bu koşulların yerine getirilip getirilmediğine kendi kriterlerine göre bakacak. Şartlar yerine getirildiyse vizeden muafiyet gündeme gelecek.
Diğer yandan 2013’ten bu yana müzakerelerde ilk kez yeni bir faslın açılmasını önemsiyoruz. Yeni açılan 17. Fasıl yani Ekonomik ve Parasal Birlik başlığı halihazırda iki yıldır masada olan bir başlıktır. Bu faslın açılması önemlidir ancak yeterli değildir. AB tarafında herhangi bir siyasal engelin bulunmadığı diğer üç müzakere başlığının açılması konusunda Hükümet gayret göstermelidir. Bunlar “Kamu Alımları”, “Rekabet Politikası”, “Sosyal Politika ve İstihdam” başlıklarıdır. Bu üç başlık saydam ve hesap verebilir bir devlet, hakları güvence altına alınmış yurttaşlar ve sosyal adaleti sağlamaya dönük reformların gerçekleştirilmesini içermektedir.
İKİ REFERANDUM TALEPLERİYLE 2016 DA KAYBEDİLİR
İş Dünyasından sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Hazine Müsteşarı kimliğimle FED’in faiz artırım kararı hakkında kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. FED, 10 yıl sonra ilk kez politika faizinde artışa gitmiştir. Bunu yapacağının sinyallerini 2013 Mayıs ayında zaten vermişti. Bu tarihten itibaren Türkiye dünyanın en kırılgan ekonomi listelerinden düşmez oldu. İlkin en kırılgan 8 ekonomi listesine alındık, sonra kırılgan beş listesine girdik, en sonunda ise en kırılgan üç ekonomiden biri olarak anılmaya başladık. Bu konuda en son değerlendirme derecelendirme kuruluşu Moodys’den geldi.
Artık ucuz ve bol para günleri bitiyor. Türkiye’nin hata yapma marjının kalmadığı günler başlıyor. Bu konuda hükümete de ciddi görevler düşüyor. Siyasi belirsizlikler azaldı derken, Beştepe’deki Saraydan iki referandum yapalım talepleri gelmeye başladı. Türkiye ve millet 2014’ten bu yana seçimden yorulmuşken 2016’yı da kaybetme olasılığı belirdi.
Ben Hükümeti ve Cumhurbaşkanını uyarıyorum. Bu konuda cin şişeden çıktığı an bu ülkede zaten zayıf olan yatırım ve tüketim iştahı tamamen kaybolur. Türkiye bu kritik zamanı doğru kullanmak zorundadır. Ülkenin rekabet gücünü artıracak, ekonomik kazanımları adilce paylaştıracak reformları yapmak zorundayız. Hükümetin son açıklamaları, bu konuda hem içerideki hem dışarıdaki ekonomik aktörleri ikna edemedi. Biz bu konuda taşın altına elimizi koymaya hazırız. Yeter ki hükümet bu konuda samimi olsun.