24 Nisan 2012 Tarihli TBMM Genel Kurul Konuşması (Bazı Kanunlar İle Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi)
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ
98’inci Birleşim
24 Nisan 2012 Salı
(…)
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasa teklifinin 1’inci maddesi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum, bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yasanın 1’nci maddesiyle ilgili olarak yapılmak istenen şey şu: Bundan önce bir dönem olarak atanan BDDK ve TMSF başkanlarının ikinci bir dönem daha atanmasıyla ilgili getirilen bir düzenleme karşımızda.
Her şeyden önce bu yasanın ilk hazırlanışında görev almış bir eski müsteşar olarak şunu ifade edeyim: Biz niye onu bir dönem yaptık? Bir dönem yapılmasının bir sebebi var: Bir kere atandıktan sonra artık bağımsız olarak, hiçbir etki altında kalmadan ikinci defa atanma ihtimali olmadığı için bu görevi yerine getirsin diye. Şimdi bunu iki dönem yaptığınız zaman, ikinci dönem atanmak için birinci döneminde bürokrat, gerekli, sizin beklediğiniz, bugüne kadar vesayet altındaki diğer kurumlardan ve bürokrasiden beklediğiniz hizmeti verebilsin diye bunu iki seneye çıkarıyorsunuz. Fakat bundan daha mühim bir olay var. Değerli arkadaşlarım, bu tamamen bürokratik bir düzenleme. Normal olarak bunun bir yasa tasarısı olarak bürokrasiden, Hükûmetten gelmesi lazım ama yasa teklifi olarak geliyor. Sayın Başbakan Yardımcısına, ekonominin koordinasyonundan sorumlu Sayın Başbakan Yardımcısına soruluyor, cevap: “Benim haberim yok.” Daha sonra yeniden bu soru soruluyor: “Evet, benim haberim yoktu ama arkadaşlar benden özür dilediler.” diyor. Sizin bir grup başkan vekiliniz çıkıyor, diyor ki: “Ne özür dilemesi? Ben özür falan dilemedim.”
Şimdi, bakınız, bu, ekonomi yönetiminde dışarıdan bakıldığı zaman ciddi kafa karışıklığı yaratacak bir husustur. Ekonomiden sorumlu bakan kendisine bağlı kadroların başındakilerin atama sürecini belirlemede etkili olamıyorsa, o zaman nerede etkili olacaktır?
Yine, değerli milletvekilleri, ondan sonra altyapı yatırımlarıyla ilgili bir yasa teklifi geldi, bu da teklif. Bundan da ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının haberi yoktu. KDV muafiyeti var, Maliye Bakanının haberi yoktu. Ondan sonra bir teşvik açıklandı, teşviki açıkladınız, bir bakan çıktı -bazı bakanlar- dedi ki: “Bu teşvik 1 Ocaktan itibaren yürürlüğe girecek.” Bir başka bakan çıktı dedi ki: “Bu yasa, yapılan düzenleme 1 Temmuz 2011’ten itibaren de yürürlüğe girebilir.”
Şimdi, ne oluyor? Başbakan çıktı “Bu teşvikin maliyeti hesaplanamaz, hesaplayamayız, uyguladıkça göreceğiz.” dedi. Maliye Bakanı çıktı dedi ki: “Bu teklifin maliyeti 2 milyar Türk lirasıdır.” Şimdi, hangisi doğru, kime inanalım?
Yine, değerli arkadaşlarım, Sayın Zafer Çağlayan teşvik paketinin detaylarını açıklıyor, diyor ki: “800 tane görüş aldık bununla ilgili olarak. Aynı zamanda TOBB, TİM, sektör temsilcisi dernekler, hepsinin görüşlerini aldık.” Hemen arkasından Sayın Babacan çıkıyor diyor ki: “Şimdi, biz bunun yürürlüğe girmesini, düzenlemeleri biraz bekleyeceğiz. O dönemde herkesin görüşünü alabileceğiz.” Ya aldınız ya almadınız. Niye bakanların birbirinden haberi yok?
Arkadaşlar, tekrar söylüyorum. Karşımızdaki bir tek parti iktidarı mıdır yoksa çatırdayan bir koalisyon mudur sürekli bakanlar böyle birbirlerini tekzip eden görüşler ortaya koyuyorlar?
Bakınız, şunu söyleyeyim: Bu gidiş iyi bir gidiş değildir ve ekonomiye de ciddi faturaları olmaktadır. Şimdi, geçenlerde Sayın Başbakan dedi ki: “Kişi başına gelir rekorunu 2011 yılında kırdık.” Ne kadar oldu? 10.444 dolar. Ama bir şeyi söylemedi. Aslında 2008 yılında yani üç yıl önce kişi başına gelir 10.438 dolardı. Artış, gelir artışı 5,5 dolar. Üç yılda kişi başına gelir sadece ve sadece 5,5 dolar artmış. Bir başka bir şey daha var söylenmeyen. Aynı dönemde kişi başına cari açık 2008’de 584 dolarken 1.044 dolara çıkmış. O da 460 dolar artmış.
Şimdi, cari açık artışıyla gelir artışını topladığınız zaman bu bize harcama artışını verir yani vatandaşın harcamasındaki artışı verir. Ne kadar artmış harcama? 466 dolar artmış. Bunun sadece 6 doları gelir artışından, 460 doları el parası yani borç. Böyle bu düzeni, bu sistemi götürebilmek mümkün mü? Götüremediğimiz için de bugün birçok yayında Türkiye krizden en fazla etkilenecek en kırılgan ekonomi olarak gösteriliyor.
Yine, baktım, Sayın Bakan Babacan da geçen gün bunu söyledi: “IMF’ye borcumuzu ödedik.” Tabii ödediniz. Ama IMF’ye bizim gibi ekonomilerin tamamına yakını, yükselen piyasa ekonomilerinin tamamına yakını borcunu ödedi. Bunların çoğu bizden önce IMF’den çıktı ve bir şey daha söyleyeyim: Geldiniz, kucağınızda bulduğunuz 3 milyar dolar IMF parasını kullandınız, 2005 yılında da gittiniz, 10 milyar dolarlık borç sözleşmesini de imzaladınız, 13 milyar doları siz kullandınız, tabii ki siz ödeyeceksiniz. Yani bunda garip bir şey yok, bunda bir başarı hikâyesi de yok. Ama o arada sizin dış borcunuz, aynı dönemde 130 milyar dolardan 307 milyar dolara çıktı, 2 kattan daha fazla arttı. Bunların hiçbiri vatandaşa söylenmiyor. Yetmedi, bunun üstüne 35 milyar dolarlık da kamu varlığını sattınız.
Şimdi “Ekonomi çok iyi.” diyorsunuz, bir de baktık, son açıklanan bir paket geldi önümüze. Yine onda da maliyet yok. Bir kira sözleşmesi diye, yani sukuku icarayla ilgili bir düzenleme var. Peki bununla ne yapacaksınız? Şunu açıkça söyleyeyim: Bir kere bu sukukla ilgili yapılan düzenlemede devletin bu için içinde olması, bunun getirdiği izin ve icazet mekanizmaları nedeniyle Anayasa’ya uygun değildir. Hazine Müsteşarıyken yaptırttığım incelemede, aynı zamanda bunun nitelikli muvazaaya girebileceği de söylenmişti. Bunu da burada hatırlatmak isterim. Devlet, nitelikli muvazaa yapmaz ama bununla ne yapıyorsunuz? Başbakanlığı satıyorsunuz, kira öder hâle geliyorsunuz; devletin binalarını satıyorsunuz, içinde kiracı hâline geliyorsunuz. Ben Hükûmete soruyorum: Ben anlamadım yani kriz Yunanistan’da mı, bizde mi? Onlar devlet dairesi falan satma noktasına hâlâ gelmediler, biz başladık devlet dairelerini satmaya.
Değerli arkadaşlarım, yine bakın, bundan iki üç gün önce, bir gece yarısı operasyonuyla, köylünün atasından, babasından kalan, kendisinin işlediği arazilerin rayiç bedelinin yüzde 50’sini alacağız derken -ki köylümüz buna da itiraz ediyordu, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunun bedava olması gerektiğini söylüyorduk- birdenbire yüzde 50’yi yüzde 70’e çıkarttınız. Seçim bölgemden yeni geliyorum. İnsanlar “Biz bunu ödeyemeyiz.” diyorlar, “Daha önce rayiç bedeller yüksek tespit edilmişti ‘Bunu ödeyemeyiz.’ derken şimdi bir de yüzde 70’e çıkınca hiç ödeyemeyiz.” diyorlar. E, bu kadar dışarıya borçlanırsak, biraz önce anlattığım gibi, şimdi biz bu köylünün arazilerini de yabancılara satmak zorunda kalıyoruz döviz geliri elde etmek için. Ekonominin geldiği hâl budur.
Son olarak bir şey söyleyeceğim. Bakınız, ne dediniz? “Bu yıl en hızlı büyüyen 2’nci ekonomiyiz.” dediniz. Hesap kitap açıklandı, “Türkiye’yi on yıl sonra 2023’te ilk 10 ekonomi arasına sokacağız.” dediniz; 2011’de politikalarınızla ekonomiyi 1 sıra geriye düşürdünüz, 17’nci sıradan 18’inci sıraya düştü Türkiye. Ben açıkça söylüyorum: Bu politikalarla 2023 yılında Türkiye’nin dünyadaki ilk 10 ekonomiden biri olması imkânsızdır. AKP politikaları Türkiye’yi gerçekten hüsrana uğratacaktır.
Teşekkür ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)