KRİZİN FATURASI EMEKÇİLERİN SIRTINA YÜKLENİYOR
İSTANBUL – CHP Ekonomi Masası, İstanbul’da TÜRK-İŞ Bölge Temsilciliğini ziyaret etti.
CHP Ekonomi Masası Başkanı Faik Öztrak’ın başkanlığındaki heyette, Masa üyesi Genel Başkan Yardımcıları Veli Ağbaba, Lale Karabıyık, Orhan Sarıbal ile İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak yer aldı. Görüşmede ekonomik krizden çıkış yolları hakkında fikir alışverişinde bulunuldu.
Görüşme sonrasında düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü ve Ekonomi Masası Başkanı Faik Öztrak şunları söyledi:
Bugün bizleri misafir eden TÜRK-İŞ İstanbul Bölge Temsilcisi Sn. Adnan Uyar’a, temsilciliğin yetkililerine ve bugün bizleri dinlemek üzere buraya gelen TÜRK-İŞ Şube başkanlarına teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Yine Irak’ın Kuzeyinde hain terör örgütüne karşı süren operasyonda şehit olan iki Mehmetçiğimize Allah’tan rahmet diliyorum. Acılı ailelerine ve milletimize sabır diliyorum.
MANZARA VADETTİKLERİ GİBİ DEĞİL
Ülkemiz zorlu günlerden geçiyor. Bir yanda derin bir ekonomik kriz var, diğer yanda jeo-stratejik riskler giderek ağırlaşıyor. Bu kriz ve risklere çözüm bulması gereken iktidar ise mevcut risklere risk katmakla meşgul. Hatırlayacaksınız, 31 Mart’tan sonra Türkiye güya seçimsiz bir icraat dönemine girecekti. Ekonomiyle ilgili tedbir alınacak, istikrar gelecekti. Kriz bitirilecekti. Hatta 24 Haziran seçimleri öncesinde, “Verin bu kardeşinize oyunuzu, enflasyonun, faizin hakkından nasıl geleceğimi görün” denmişti ama manzara hiç öyle değil.
YAPILAN HAKKIN SUİSTİMALİDİR
Mızıkçılık, oyunbozanlık yaparak seçimleri iptal ettirmek sadece Ekrem İmamoğlu’nun ve İstanbulluların hakkının yemek anlamına gelmiyor. Bunun tüm Türkiye’ye, çalışanlara ve üretenlere faturası var. 31 Mart akşamı AA devreye sokuldu, her şey yapıldı ama iktidar İstanbul’u kaybetti. Saray İstanbul’u kaybettikten sonra 1 Nisan’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve adayıyla bir toplantı yaptı. Daha sonra 3 Nisan’da Dolmabahçe’de bir toplantı yapıldı ve itiraz süreci başladı. Seçim sonuçlarına itiraz etmek herkesin hakkıdır ama yeter ki o hak kötüye kullanılmasın. Hakkın kötüye kullanılması şu demek, elinizde hiçbir delil yokken itiraz ediyorsunuz. Diyorsunuz ki “Bu işte bir gariplik hissediyoruz, şüpheleniyoruz” ama elinizde delil yok. İşte bu hakkın suistimalidir.
ÇALINAN MİNARE O KADAR BÜYÜK Kİ KILIF UYDURMAK MÜMKÜN DEĞİL
Önce oy sayım, döküm cetvellerinde hata var dediler, ki bu her zaman olabilir. Bunlar düzeltildi. Ama sonuç değişmedi. Sonra geçersiz oylar saydırıldı. Yine sonuç değişmedi. Bazı ilçelerde oyların tamamı saydırıldı. Sonuç yine aynı kaldı. Baktılar ki sonuç sayarak değişmiyor. 6 Mayıs’ta YSK eliyle seçim iptal edildi. İstanbulluların aynı zarfta aynı sandığa attığı ve aynı kişilerin saydığı dört oydan üç tanesi var kabul edilirken, sadece bir tanesi yok sayıldı. Milletin aklıyla alay edildi. Yüksek Seçim Kurulu, 6 Mayıs’ta açıkladığı kısa kararın, gerekçesini 16 gün sonra, 22 Mayıs’ta açıklayabildi. Çalınan minare o kadar büyük ki kaç sayfa yazsanız kılıf uydurmak mümkün değil. 1950’den bu yana oluşan tüm seçim hukuku ve seçim kurullarının içtihadı bir günde çöpe atıldı. İlk defa bir seçim sandık kurullarının oluşturulmasındaki sıkıntılar nedeniyle iptal edildi. Hem de bunun seçmen iradesini sakatladığına dair elde hiçbir delil olmamasına rağmen.
FATURA 82 MİLYON VATANDAŞA ÇIKTI
Demokrasilerde iktidarın meşruiyetinin temel direklerinden bir tanesi sandıktır. O sandığa darbe yapıldı. Hukuka ve sandığa vurulan darbeyle Ramazan’ın ilk gününde Ekrem İmamoğlu’nun ve İstanbulluların hakkı yendi. Milletin izzeti nefsiyle oynandı. Aynı zamanda bu kararın 82 milyon vatandaşımıza da ağır bir faturası oldu. Şimdi sizlerle o faturayı paylaşmak istiyorum.
1 Nisan’dan, gerekçeli kararın açıklandığı 22 Mayıs’a kadar geçen 52 günde, Türk Lirası, Dolar karşısında yüzde 10 değer yitirdi. Bu dünyada rekordur. Bugün biraz dolar düşüyor, düşmesinin nedeni biliyorsunuz bayram öncesindeyiz. İnsanlar bir miktar bozduruyorlar, oradan ödeyecekler ama bayramdan sonra ne olacak? Böyle giderse tutmak mümkün değil. Şirketlerimiz, net döviz borçları nedeniyle, 120 milyar TL kur farkı zararı yazmak zorunda kaldılar. Borsadaki şirketlerin piyasa değeri 86 milyar TL eridi. Şirketler toplamda 206 milyar TL zarar ettiler. Faizler beş puan artarak yüzde 26’ya çıktı. Türkiye’nin dış borcunun TL karşılığı ise aynı dönemde 272 milyar TL artarak 2 trilyon 714 milyar TL’ye çıktı. Böylece her bir vatandaşın sırtındaki dış borç yükü 3 bin 342 TL artmış oldu. 2019 Mayıs ayında tüketici güveni, serinin yayınlanmaya başladığı 2004 yılından bu yana en düşük seviyesine indi.
YAVAŞLAMADIK, KÜÇÜLÜYORUZ
“Şirketler borçluysa, zarar ediyorsa bize ne” diyebilir birileri. Ama bunun ne anlama geldiğini siz üretenler bilir. Şirket bu zararı ettiyse üç şey yapar. Ya diyecek ki “Ben artık bu işi taşıyamıyorum”, şirketi kapatacak. Bu işsizlik demek. Ya diyecek ki “Ben küçüleceğim”, o da işsizlik demek. Ya da diyecek ki “Ben zam yapacağım”, o da pahalılık demek. “Tüketici güveni düştüyse düştü, bana ne” diyebilirsiniz. Güven olmayan yerde yatırım, yatırımın olmadığı yerde iş, işin olmadığı yerde aş olmuyor. Oysa seçimler sonuçlandıktan sonra güven endeksleri artmaya başlamıştı. Ekonomide dipten yukarı doğru dönüş emareleri vardı. Ama bunlar heba oldu. Sanayi üretimi 3 çeyrektir daralıyor. Aynı kalıyor demiyorum, yavaşladı demiyorum, daralıyor. Küçülüyoruz.
İŞSİZLİK ORANIMIZ, SAVAŞTA YERLE BİR OLAN SURİYE İLE AYNI SEVİYEDE
Resmi rakamlarla bu yılın ilk 3 ayı itibariyle işsizlerimizin sayısı 4 milyon 730 bine ulaştı. Geniş tanımlı bakarsak işsiz sayımız 8,5 milyon kişiye dayandı. “8,5 milyon işsiz” deyince ağızdan bir çırpıda çıkıyor ama sizlere bunun gerçekte ne anlama geldiğini şöyle anlatayım: 8,5 milyon işsiz, dünyadaki 97 ülkenin nüfusundan fazladır. Resmi işsizlik oranımız, yüzde 14,7 ile Haiti, Yemen, Irak, Ruanda ve hatta savaşlarda yerle bir olan Suriye ile aynı seviyelerde. İşte “İstanbul seçiminin gasbedilmesinin ülkeye, vatandaşa faturası var” derken bunları kast ediyoruz.
HUKUK OLMAZSA AŞ OLMAZ, İŞ OLMAZ
İstanbul seçimlerinin iptali bu ülkede seçimle gelenin seçimle gitmeyeceği izlenimini yarattı. Bu da ister istemez hem hukuk devleti hem de demokrasiyle ilgili endişeleri arttırdı. Şu dönemde bir şeyi çok iyi anladık. Bundan önceki krizler başka başka nedenlerden çıkıyordu. Biz demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün işimizle aşımızla yakın bir bağlantısı olduğunu söylüyorduk ama artık herkes bunu gördü. Hukuku tahrip ederseniz yatırımcı gelip yatırım yapmaz. “Devletle bir davam olursa hakkımı nerede arayacağım” der. Hakkını arayamayacağını bildiği için sadece kısa vadeli gelir, parayı vurur, kaçar gider. Ancak sıcak para dediğimiz para gelir. Doğrudan yatırım gelmez.
İŞ BULMAK BİR DERT, İŞ BULDUN DESEK GEÇİNMEK BAŞKA DERT
Enflasyon göstergeleri giderek kötüleşiyor ama en önemlisi en son TÜRK-İŞ’in yayınladığı veriler var. TÜRK-İŞ’in Mayıs ayı “açlık ve yoksulluk sınırı rakamları” milletin derdinin seçim değil geçim olduğunu açıkça gösteriyor. Dört kişilik bir ailenin “açlık sınırı” 2 bin 123 lira 93 kuruş. Asgari ücret ne kadar? 2 bin 20 TL. Asgari ücret açlık sınırının altına düştü. İstanbul’un seçiminin iptalinden gerekçeli kararın açıklanmasına kadar geçen 52 günde dolar cinsinden asgari ücretin ne olduğunu da biz hesapladık. Asgari ücret 1 Nisan’da 368 dolarmış, 331 dolara inmiş. Yani her bir asgari ücretlinin cebinden 37 dolar çıkmış. İstanbul seçimleri gasbedilmiş, bu nedenle asgari ücretlinin cebinden 37 dolar alınmış. Yine TÜRK-İŞ, yoksulluk sınırını 6 bin 918 lira 33 kuruş olarak hesaplamış, bu maaşı alan kaç kişi var sormak isterim. Bekar ve çocuksuz bir çalışanın “yaşama maliyeti” de aylık 2 bin 625 lira 42 kuruş. Şunu görüyoruz, ciddi bir işsizlik sorunumuz var ama sadece bu değil, ciddi de bir çalışan yoksulluğu sorunumuz var. Ülkede iş bulmak bir dert, iş buldunuz geçinmek başka bir dert.
36 GÜNDE BİR PAKET AÇIKLIYORLAR
Krizin artan yükünü özellikle dar gelirli ve emekçi yurttaşlarımız daha fazla hissediyor. Dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip sekizinci ekonomisi olan Türkiye’de paranın satın alma gücü ateş görmüş kar gibi eriyor. Geçtiğimiz yıl Eylül ayının son günlerinde “Yeni Ekonomi Programı” diyerek bir program açıkladılar. O gün bugündür açıklanan paket ve program sayısı 7’yi buldu. Damat Bakan hemen hemen her 36 günde bir “paydaşlarımız” dediği heyetlerle birlikte milletin karşısına geçip paket açıklıyor. Ama her ne hikmetse bu paydaşlar arasında çalışanların konfederasyonları yok. İşçi yok, çiftçi yok. Kimdir bu paydaşlar?
TÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK SANDIKLARI, YAKLAŞAN HIZLI TRENİN IŞIĞI
Saray krizi aşmakla uğraşmıyor. Milletin gözünü boyamak için aspirin tedavisi ve pansumanla bu işler geçer mi ona bakıyor. Kapsamlı, tutarlı ve herkesin içine sinecek bir programı hala ortaya koyamadı. Programı geçtik Anayasa’nın emri var, hala ortada Beş Yıllık Kalkınma Planı yok. Yine Anayasa’da Ekonomik ve Sosyal Konsey yer alıyor. Tüm kesimleri bir araya getiren bir platform var. Ama 2009 Şubat ayından bu yana, yani 10 yılı aşkın süredir, Anayasa’nın 166. maddesinde açıkça yazmasına rağmen Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplamadılar. Neden? Çünkü çalışanların sesini duymak istemiyorlar. Onların duymak istedikleri bir tek ses var. Yandaşları, havuz müteahhitleri, havuz medyası. Bunlarla iş tamam. “Ne güzel yaptınız” diyorlar. Ama çalışan “ben sıkıntıdayım, geçinemiyorum, işimi kaybediyorum” diyor. Bunu duymak istemiyorlar. “Oy aldım, tek yetkili benim, ben her şeyi bilirim” diyerek ülke yönetiyorlar. Aslına yönetilemiyor, ülkemiz savruluyor. Bir laf biliyorlar: “Dengeleniyoruz.” Nasıl dengeleniyoruz, ne dengeleniyor, kim dengeleniyor? Bunu anlamak mümkün değil. En son yeni bir lafları var: “Tünelin ucunda ışığı gördük” diyorlar. Bu kafayla görebilecekleri tek ışık hepimizin üzerine doğru gelen hızlı trenin ışığı, başka hiçbir şey değil.
TÜRKİYE’DE HER 100 ÇALIŞANDAN SADECE 9’U SENDİKALI
Emek dünyamızın ciddi sorunları var. Bugün ülkemizde her 100 çalışandan 34’ü kayıtdışı çalışıyor. Yani herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı değil. Çocuk işçi sorunumuz var. İş cinayetlerinde ilk üçteyiz. Büyümenin sürdürülebilirliği ve adil paylaşım konusu var. Bunu eskiden sadece biz sol ve sosyal demokrat partiler söylerdik. Şimdi artık Uluslararası Para Fonu bile söylemeye başladı. “Sendikalaşma önemli” diyor. “Sendikalaşma ve adil paylaşım olmazsa sürdürülebilir büyüme olmaz” diyor. Biz bunu kaç senedir söylüyoruz. Ama bizim de üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) verilerine göre ülkemizde ücretle çalışan her 100 kişiden sadece 9’u sendikalı. Gelirin adil ve dengeli paylaşıldığı ülkelerde ise bu oran son derece yüksek… Finlandiya’da her yüz çalışandan 65’i, İsveç’te 66’sı, Belçika’da 54’ü sendikalı. Bizde 10 bile değil. Kimsenin hangi sendikaya üye olacağına karışılmaması lazım. Sendikal örgütlenme önündeki tüm engellerin bir an önce kaldırılması lazım.
SENDİKALAR VE ÖRGÜTLÜLÜK ÇOK ÖNEMLİ
Size bir şey anlatayım. Türkiye ekonomik krizi yaşarken Hazine Müsteşarı oldum. Bir gün odama Süleyman (Çelebi) Başkanım geldi. O dönemde sabah işveren kesimiyle görüşüyoruz, akşam işçi örgütleriyle görüşüyoruz. Süleyman Başkan gelince, acaba işçilerle ilgili bir hata mı yaptık diye düşündüm. Dedi ki “Hayır, bir iş yeri var oraya yardım etmeniz, kurtarmanız lazım.” Ama dedim, o işveren, siz neden geldiniz. Dedi ki “Bu işyerinde şu kadar işçimiz çalışıyor, bu kapanırsa işlerini kaybedecek bu işçiler. Onun için aynı gemide olduğumuzu biliyoruz, doğruları yapmaya çalışıyoruz.” Kriz döneminde Hazine Müsteşarı olarak benim en yakın çalışma arkadaşlarımdan biri Süleyman Başkanımdır. Sendikalar, örgütlülük bu bakımdan da son derece önemlidir.
KIDEM TAZMİNATINDA CHP OLARAK TAMAMEN YANINIZDAYIZ
Türkiye büyümeyi sürdürülebilir kılacaksa, büyümenin nimetlerini adil paylaşması lazım. Birileri zenginleşecek, öbürleri fakirleşecek… bu iş gitmiyor, bitiyor. Oyun bitiyor. Bunu artık bütün dünya gördü. Misket oyunu gibi düşünün. Birileri sürekli ütecek, öbürleri sürekli kaybedecek. Ne olur, birinde misket biterse oyun biter. Oyunu bitirmemek için sadece insani açıdan değil, bu oyunun bitmemesi bakımından da nimetlerin adil dağılması son derece önemli. 24 Haziran’dan önce verilen sözler de unutuldu, gitti. 3600 ek gösterge sorununu çözeceğiz dediler, çözüldü mü? Hayır. Diğer tarafta emeklilikte yaşa takılan yüzbinlerce yurttaşımızın sorununa adil bir çözüm de getirilemedi. Açık açık da talep etmemize rağmen emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili yapılan hiçbir şey yok.
GENEL BAŞKANIMIZIN TALİMATI AÇIK: ÜÇ SENDİKANIN ANLAŞMADIĞI YERDE BİZ YOKUZ
Ama başka bir şey daha oluyor. Kriz derinleştikçe, krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmaya çalışıyorlar. Bunun en önemlisi kıdem tazminatı. Kıdem tazminatını, özel emeklilik sistemiyle birleştireceklermiş. Ondan sonra? İş bitecek. Emekçilerimizin emeklerinin karşılığı olan bazı sendikacılarıni başkanlarımızın “bizim çocuklarımızın çeyiz parası” dediği kıdem tazminatı konusunda CHP olarak tamamen yanınızdayız. Genel Başkanımızın bize talimatları açıktır. Bu konuda üç sendikamızın uzlaşmadığı hiçbir yerde biz yokuz. Biz kıdem tazminatı meselesinin siz nasıl istiyorsanız öyle çözülmesi için yanınızda olacağız. Çünkü bunun analarınızın ak sütü gibi hakkınız olduğunu biliyoruz. Baraj meselesinde de sizinle beraberiz. Grup Başkanvekillerimiz de bu konuda sizlerle birlikte hareket edeceğimizi açıkladı.
BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU
Bizim bunları konuşup çözüm bulmamız lazım. Ama her gün bir başka sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Millet işsizlikten kırılıyor, gençlerimiz iş bulamıyor. Ama kamu bankalarının yönetim kurullarına iktidardaki siyasi partinin eski ağır topları atanıyor. Bunlar belli ki oraya parti komiseri olarak geliyorlar. Ziraat Bankası’nın, Halk Bankası’nın kredilerini çiftçiye ve esnafa vermesini denetlemek için mi geliyorlar yoksa yandaşlara gidiyor mu gitmiyor mu onu denetlemek için mi geliyorlar? Sonra çıkıyorlar, CHP’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını korumak için İşbankası’nda bulunan ve banka yönetimine bu konu dışında hiçbir şekilde karışmayan Yönetim kurulu üyeleriyle ilgili laf söylüyorlar. Bu ne perhizi bu ne lahana turşusu?
KRİZİN FATURASI EMEKÇİLERİN SIRTINA YÜKLENİYOR
Vatandaş işini kaybetme, evinin tapusunu, arabasının ruhsatını bankalara kaptırmanın kabusunu görüyor. Bunlar ise yandaşların geri dönmeyen kredilerine takla attırmak için kamu bankalarına milyarlarca lira sermaye veriyorlar. Kim ödüyor bu sermayeyi? Ödediğimiz vergilerle ödeniyor bu sermaye. Vatandaşın vergisini yandaşlara peşkeş çekiyorlar. Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) toplanan emekçilerin paralarını Hazine kağıdına yatırtıyorlar. Genç arkadaşlar bilmeyebilir ama bizler iyi hatırlarız. Türkiye çok ciddi bir “tasarruf bonosu faciası” yaşamıştı. Aynı şeyler geri geliyor. Bu bir şeyi gösteriyor: Krizin faturası emekçilerin sırtına yükleniyor.
TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİMİN HAKKIYLA KAMPANYA YAPIYORLAR
Aslında 31 Mart’ta milletimiz sandıkta, kendini unutan iktidara sarı kartını gösterdi. Ama her ne hikmetse Saray bu mesajı almamakta, hazmetmemekte kararlı. Oyun bozanlık, mızıkçılık yapıyor. Hak yiyor. Daha dün akşam 23 Haziran’a giderken kampanyanın hiç adil olmadığı konusunda bir görüntüyle karşı karşıya kaldık. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını elinden aldılar. Oraya İstanbul Valisi’ni atadılar. İstanbul Valisi hem kendisinin hem de Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesinden İstanbul’un Fethinin 566. Yıl Dönümünün kutlanması için bir tören ve ardından da bir iftar düzenledi. Bütün resmi iftarlarda Sarayın kibirli adamının konuşmasına alıştık. Çıkıyor, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan şahıs, bir belediye başkanlığı için sabahtan akşama kadar propaganda yapıyor. Bu hiç kimsenin içine sinmiyor. Ama bir başka şey daha oluyor. Tüyü bitmedik yetimin parasıyla yapılan bu iftarda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylarından bir tanesi kürsüye çıktı ve kampanyasını yaptı. Onun kampanyasına milletin vergisiyle destek verilmiş oldu. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK
Ben 23 Haziran’da İstanbulluların masada gasbedilen hakkını İmamoğlu’na sandıkta tekrar vereceğini görüyorum. Bu haksız hukuksuz adaletsiz gidişin duracağını ve her şeyin çok güzel olacağını gayet açık şekilde görüyorum. Türkiye’nin yeniden bir normalleşme sürecine girerek bu krizi atlatma konusunda bir ilave eşik yaratabileceğini düşünüyorum. Ama bundan sonra da hep doğruların yapılması lazım. Bu nedenle, “23 Haziran’da her şey çok güzel olacak” diyorum.